Kırşehir’de daha önce acizane siyasetin ve politikanın zamanımıza nerden ve nasıl geldiğini kısaca yazmıştım. Çok teferruatlı olmasa da bildiğim kadarıyla sizlerin bilgilerini tazelemeye çalışmış isem sizlerin adına sevinç duyarım.

Kırşehir’de daha önce acizane siyasetin ve politikanın zamanımıza nerden ve nasıl geldiğini kısaca yazmıştım. Çok teferruatlı olmasa da bildiğim kadarıyla sizlerin bilgilerini tazelemeye çalışmış isem sizlerin adına sevinç duyarım. Tam teferruatlı konu hakkında yazı yazmaya kalksam ne ömrüm yeter, ne de bilgim yeter. Siyasetten geçen hakaret dolu konuşmaları yazmaya terbiyem de müsaade etmez. Fakat Osmanlı Enderun’unda geçen hadise ve uygulanan disiplin cezalarını, Hafız Hızır İlyas Ağanın Letaif-i Enderun eserinden alıntılar aktaracağım. Bunları okuyunca halimize şükür dersiniz diye düşünüyorum.
Cumhuriyetten sonra çok partili döneme geçişle beraber skandallar zinciri örülmeye başlamış. Yolsuzluk, hırsızlık, suikastlar, darbeler ve her olaydan sonra hakim güçlerin icracıları daima haklılıklarını savuna gelmişlerdir. Haklılıklarını bazen yasalara dayandırmışlar, bazen de yasaları işlenen suça göre ayarlamışlardır. Suçluların kamuflajı için de dokunulmazlık uygulamasını yasaya sokuşturmuşlar. Bu işe hiç akıl sır erecek gibi değil. İşlenen suçun ağırlığı dokunulmazlık zırhıyla nasıl hafifletilir veya ortadan kaldırılır? Bu uygulama demokrasi adına yapılıyor süsü verilerek gayri resmi icraatların önü açılmış olmuyor mu?
Ben bu uygulamaya kokokrasi diyorum. Bazıları işine geldiği gibi yorumluyorlar buna da demokrasi diyorlar. Elbette herkes yutmuyor, eh yutana da afiyet olsun. Ne yapalım yorum değiştikçe demokraside yeşilin rengi çeşitleniyor.
İlyas Ağa saraydaki hırsızlık ve yolsuzlukları anlatırken bunları yapanlara verilen cezaları da aktarmış Allah ondan razı olsun. Eğer simdi uygulanmış olsa, Allah korusun vekilsiz ve bakansız kalırız da kendi işimize kendimiz bakmak zorunda oluruz.
O tarihlerde sarayda aylık maaş ve barem (muhasebeci, defterdar, maaşların çizelgesini hazırlayan kimse) düzeni yoktur.
Yılbaşında (o zaman da yılbaşılar Muharrem ayına rastlardı) ağalara Muharremiye adı altında belli bir para ödenirdi. Bundan başka belli rütbelerin de arpalıkları gelirleri vardı. Çırağ olanlara (yani azledilenlere) devletin ya da vakıfların olan tımar (hayvan bakımı) tevliyet (vakıf mallarına gözcülük etme) defterdarlık gibi az da olsa geçimini temine yeterli gelir kaynakları olan yerlere atanırdı. Aynen şimdiki gibi yerel idarelere veya yönetim kurumları gibi pasif görevlere atanan zamanımızın particileri gibi. Buna ben sallama diyorum. Bu yine siyasetçinin son vurgun şansı ve kapısı! Bir de bundan sonra horlama zamanı var ki bazen kahırdan ölüme götüren vakalar da olmuyor değil Allah korusun. Pasif görevlere atılanlar kendilerini dışlanmış olarak görürler, bazen de boşluk buldukları yerden diğer partilere yatay geçiş yaparlar ki bu da bayağı zihin karışıklığına sebep olur. Bazı siyasete atılan kimseler, kendilerini Tanrı’nın gönderdiği zimamdar zanneden veya halkın öyle algılamasını ima edici davranışlarda bulunan üstün zekalı elit şahıslar da çıkmıyor değil. Koltuğa yapışan bir daha bırakmak istemese de demokrasiye bağlılığını gösteriyor gibi davranarak el altından gizli gizli, karşı rakibe kaset şantaj gibi madik atmaktan da geri kalmaz. Zamanımızdan iki yüz sene önce sarayda geçen entrikaları İlyas Ağa nasıl anlatmış.
Enderun’da agavat çok (olay). Tabi bu agavat çokluğu ve çıkar kavgası içinde çeşitli olaylar ve sürtüşmelerde meydana çıkıyor. Bu dönemin büyük bir bölümünde kendi kafası da kesilene rastlansa da çıkar ve tamah pislik yemeden vazgeçiremez. Buyurun okuyalım.
Halet efendi bu işlere karışanlarla başa çıkmak için. Halet Efendi zaten kalitesiz ve kişiliksiz olan Osmanlı yöneticilerini saçıp savurmaktadır. Çerkez Halil Efendi’yi sürdürmekte, yaşlı adamın eşini “büyü yapıyor” suçlamasıyla boğdurdu. Öte yandan Enderun içinde, ağaların düzeyinde entrikalarda eksik olmuyor. Burnaz Ahmet Ağanın yaptığı gammazlıkları anlatır ki şimdiki zamana ne kadar benziyor. Allah’tan zamanımızda kelle uçurmak olmasa da ömür boyu kelle uçurmadan daha beter iftira ve karalama zaman zaman gırla gider. Osmanlıda bence çok önemli bir icraat vardı. Enderun’a alınanların mutlak surette bekar olması şartı vardı. Bu uygulama biraz çağ dışı gibi görünse de devletin bekası ve yolsuzlukların önlenmesi açısından incelenmesi gereken bir uygulama. Eğer bir kimsenin soyunda soysuzluk varsa onun sülpü üremesin. İlyas Ağanın anlattıklarına göre Enderun’da cinsel yaşamında çok enteresan yönleri var. Gerçekten öyle mi idi bir bakalım.
Enderun’da ağaların (yani vekillerin) evlenmeleri yasaktır. Bunlardan yüksek rütbeli olanlar izinle evlenebiliyorlardı. Ancak bunların evlerine gitmeleri de belli yöntemlere bağlı. İzinsiz evlenmek ise suç! Yeni atanan bir silahtar ağa Enderun’daki uygunsuzlukları ortadan kaldırmak için gizli evlendiklerini duyduğu bazı yüksek rütbeli ve kıdemli on bir ağayı küçük aylıklarla saraydan uzaklaştırdı. O zaman şimdiki gibi Sayıştay, Danıştay falan yok. Bir hata yaptın uçkurdan aşağı sarktın mı kelle dahil hiçbir şeyin garantisi yok gittin uçkur yoluna… Öyle çiçek suladım, hanim anahtarı yitirmiş onu aradım falan diye eften püften bahaneler suçun ceza derecesini düşürmüyor. Yasalarda çok basit ve herkesin anlayacağı bir dilden, yani kelle dedi mi baş ağa işin bitmiştir. Yasanın A fıkrası yok, B fıkrası falan yok. Peki, bu adamlar hiç mi seks hayati yaşamıyor? Evet evet yaşıyor çok merak eden varsa adı geçen kitabı alsın okusun. Ben kısaca tüyo niteliğinde bir yazıyı sansürleyerek aktarayım.
Osmanlı saraylarında, kadın hakları, kadının özgürlüğü gibi çağ dışı söylemler yok. Değişik yaşlarda çokça erkeği bir araya toplayınca değişik alternatifler kendiliğinden zuhur ediyor. Eşcinsellik gayet normalmiş gibi görünüyor İlyas Ağanın anlattıklarına göre. Buyurun…
Kaftancı Ruşen Ağa ile sevdalısı Ethem Ağanın saraydan kaçışlarına İlyas Ağa üzülerek bu olayı anlatır.
Bir başkası.
Keçi Arif Ağanın (ünlü musikişinas Arif Ağa ) yanına verilen genç çocuk ile olan ilişkisini, sevgilisine bakıp gözlerini nasıl süzdüğünü anlatır. Sizlerden çok özür dilerim daha fazlasını öğrenmek isteyen bu eseri okusun.
O zaman Hünkarı eleştirmek yok mu elbette vardır. Fakat bir daha eleştiremeyecek şekilde susturulur. Şimdiki gibi telli telefonlar yok, fakat o görevi daha üstün yapan hafiyeler var. Şimdi öyle değil. Herkesin çişinin sesini bile dinleyecek imkanlara sahip liderler. Dinler bir bakan yahut memur görevini yapmaz ise çağırır yanına sille tokat, kafa kol verir cezasını, alır makam arabasını, siler itibarını. Diğer seçimde de umsuluk eder ve siyasi hayatini bitirir. He maşallah demokrasiyi gördün mü? İşte böyle bir şey. Dışlanan vekilde bütün yemin ettiği ilkeleri bir çırpıda siler diğer partiye yatay geçiş yapar. Yapamayanlar da altına yapar polis kelepçe takacak diye. Yok ileri geri lakırdı yaparsa vay beyim Ahmet Ağadan beter olur hali. Bir de Tayyip Efendinin çıraklığı hikayesi var ki ben yazmayacağım isteyen bulsun okusun.
Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım eğer seçilmişlerin fazla bir çıkarı yok ise bu kadar kavga ve gürültü niye? Bizler toplum olarak geçen olayları ne çabuk unutuyoruz? yoksa bize unutturacak bir terapi mi uygulanıyor?
Kendimizin sosyal yaşamını ve geleceğimizi etkileyecek konuları neden eleştirip iyisini bulmaya çalışmıyoruz? Üstün zekalı gördüğümüz herkese neden hemencecik teslim oluyoruz? Bence kazın ayağı başka, beyin çalıştırmak ve iyiyi aramak bayağı zahmetli bir iş. Biz bu işi başkası yapsın biz de yararlanalım düşüncesine sahibiz. Yani beleşçi bir toplumuz. Doğrudur herkes her işi yapmaya yetenekli olamaz, fakat kendi çıkarını gözetemeyen kimse de başkalarının hakkını koruyacağını beklemesin. Enayiliğin de başka bir tarifi yok, olduğu gibi kabullenmek de ayrı bir enayiliktir.