BURHAN ULUTAN
Yaratıcı Zekâ - İktisadi Büyüme İlişkisi

(Burhan Ulutan’ın (1) Teknolojik Yenilik - Büyüme İlişkisi İle İlgili ve Solow’a Nobel Ödülü Kazandıran Çalışmalarından Yıllar Önce Yaptığı Bir Katkı)

Büyüme kuramlarının tarihsel süreci

Büyüme kuramlarına ve modellerine ilk olarak A. Smith, Ricardo gibi Klasik iktisatçıların eserlerinde rastlarız. Gerçi o zamanlar açıkça ‘büyüme kuramı’ denmiyordu ama eserlerin içerikleri genellikle ‘dinamik büyüme’ ilişkileri üzerine kurgulanıyordu. Söz konusu eserlerde hem teknolojik yeniliklere ve etkilerine yer veriliyordu hem de nitelikli işgücünün üretim aşamasındaki önemine. Dolayısıyla, günümüz kuramlarına kıyasla daha az karmaşık olmakla birlikte Klasik dönem büyüme kuramları-modelleri genel olarak gerçekçi bir zemin üzerine inşa ediliyordu.
Ve büyüme olgusu sanki sadece gelişmiş ülke ekonomilerinin bir evrimi veya konusuymuş gibi ele alındığından, oluşturulan kuramlar, modeller ve analizler sanki yalnızca “gelişmiş ülke ekonomilerine” özgü ilişkilermiş gibi varsayımlar, olgular ve ilişkiler üzerine inşa ediliyorlardı.
Marx’ın benimsediği yaklaşım da farklı değildi. Gerçi Marx’ın öncelikli olarak üzerinde durduğu konu büyüme değil “artı-değeri” yaratma sürecini ve bağlantılı ilişkileri açıklamaktı. Bir başka deyişle, o zamanlar gelişmekte olan ülkelerin (GOÜ) somut sorunlarına yönelik analizler, kuramlar ve çözüm önerileri yoktu. Hatta uzun zaman, yaklaşık 1970’li yıllara kadar GOÜ ekonomilerinin uzun dönem büyüme sorunları akademik çevrelerin ilgisini pek çekmedi demek yanlış olmaz. GOÜ büyüme sorunları gündeme gelmeye başladığında ise öncü ve gidişatı belirleyici kuramlar ve modeller genellikle GÜ kökenli iktisatçılarının düşünce yapısını yansıtan GÜ kökenli ideolojilerdi, özellikle de Neoklasik ideolojiye inanan ve savunan iktisatçıların kuramları.
Türkçede güzel bir deyiş vardır; “tok olan” (GÜ) “aç olanın” (GOÜ) halinden ne anlar”. Ama bu gerçeğe rağmen tok olan GÜ akademisyenleri ve aydınları uzun zaman GOÜ’e kalkınmak için neleri yapmaları gerektiğini (!) Kendi düşüncelerine (aslında kendi ülkeleri çıkarlarına) en uygun biçimlere sokup, GOÜ’deki iktisadi politikalarına yön verdiler. Bu durumdan GOÜ yöneticileri, aydınları ve özellikle de iktisatçıları da sorumluydular. Batılı guruların safsatalarına karşı direnebilirlerdi; nitekim az sayıda da olsa direnenler oldu ama ideolojik savaşın kazananları genellikle GÜ çıkarlarına hizmet eden “bilimsel” (!) iktisadi görüşler oldu.
1870’li yıllar iktisadi ideoloji açısından bir değişim döneminin başlangıcıydı. Smith, Ricardo gibi Klasik iktisatçıların ortaya koyduğu ‘emek-değer’ olgusu üzerinden yapılan analizler Marx’ın farklı yorumlarıyla GÜ’de kurulu olan düzen için artık tehlike oluşturmaya başlamıştı. İktisadi kuramlar “yeni” ve “alternatif” bir ideolojik yapı oluşturamazsa (kapitalist) düzenin bir geleceği olmayabilirdi. Bu nedenle 1870’li yıllar ‘yeni’ bir ideolojik dönemin başlaması için arayışların yoğunlaştığı ulaştığı yıllardır. Marx’ın görüşlerine “alternatif” bir yapı oluşturulmaya ve kapitalizmin aradığı ‘bilimsel kuramlar’ (!) oluşturulmaya başlanmıştı. Bu yeni akımın öncüleri Jevons, Menger ve Walras gibi iktisatçılardı. Yaptıkları katkılarla bir zamanlar Marjinalist Okul diye bilinen ve çağımızın egemen Neoklasik ideolojisinin temelini oluşturdular.
Zaman için ‘bilimsel’ (!) Neoklasik ideoloji akademik çevrelerde yaygınlaştı ve, ne yazık ki, egemenliğini kabul ettirdi. Ancak yeni ‘bilimsel’ (!) ve “dengeli” kuramlar ve modeller teknolojik yenilikleri ve nitelikli işgücünü gerçekçi biçimde içselleştiremedikleri için dinamik büyüme süreçlerini gerçeklere uygun biçimde açıklamada çok yetersiz kalıyorlardı.
Bir zamanlar bilimsel (!) modellerde yalnızca iki üretim faktörü vardı; emekçi ve sermaye. Söz konusu bilimsel (!) kuramlar ve modellerde homo-economicus olarak sunulan iktisadi insanın ne tarihsel geçmişi vardı ne de davranışlarını etkileyen duyguları. Aslında Homo-economicus, tamamen akılcı davranan ama gerçek insanlarla hiçbir benzerliği olmayan interaktif robotlardan başka bir şey değildi. Ancak, bütün kısırlığına, gerçekdışı olgulara ve varsayımlara dayanmasına rağmen bilimsel (!) ve ‘dengeli’ iktisadi modeller akademik çevrelerde büyük bir saygınlık sahibi oldular. Neoklasik iktisatçılar iktisat biliminin doğa bilimleri gibi yasaları olduğu safsatasına inanmışlardı ve çevrelerindekileri de inandırmışlardı. Oysa doğa bilimleri ile “sosyal” bir bilim dalı olan iktisattaki benzerlikler tamamen safsatadan oluşuyordu. Hatta doğa bilimleri “mutlak doğrular yoktur” görüşünü savunurken bilimsel (!) ideoloji yandaşlarının kuramları ve modelleri birçok “mutlak doğrular” üzerine inşa ediliyorlardı.
J.M. Keynes zamanının bu egemen ideolojisinde önemli bir sorunun farkına vardı. Gerçek iktisadi yaşamda Neoklasik ideolojinin öngördüğü gibi üretimin ve istihdamın en optimal düzeyde olduğu bir ‘tam denge’ her zaman kendiliğinden oluşmayabiliyordu. Hatta “denge” olması adeta mucizevi bir durumdu. Keynes; çağının egemen ideolojisine bir katkı yaparak eksik istihdamda da denge olabilir dedi ve dengeye gelebilmek için bazı çözüm önerileri olduğunu ileri sürdü. Aslında Keynes, Neoklasik ‘denge’ kuramını tamamen reddetmiyordu, sadece eksik istihdamda da denge olabileceğini vurguluyor ve tam dengeye gelmek için tasarrufun değil harcamaların artması gerektiğini söylüyordu.
Keynes’in istihdamı artırıcı ve dengeye gelmeyi amaçlayan önerileri çok sayıda iktisatçı tarafından iktisat bilimine büyük bir katkı olarak değerlendirildi. Örneğin Weir, M.- Skocpol, T. bu sayede yeni bir dönemin başladığını ileri sürerler. (2)

(1) BURHAN ULUTAN KİMDİR?
1915 yılında Kırşehir’de doğdu.
➢ 1936’da Mülkiye’yi sonra da Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi.
➢ Maliye Müfettişliği yaptı.
➢ London School of Economics and Political Science; 1948-1949 döneminde konuk öğrenci olarak bulundu.
➢ Yurda döndükten sonra Hazine Genel Müdür Yardımcısı olarak görev yaptı.
➢ 1948’de “İstihsal Faktörleri ve İnsan Zekâsı” başlıklı kitabı yayımlandı. “İlk kitabımdır. Orda tabiat, sermaye ve emekten oluşan üçlü iktisat faktörüne bir dördüncüsünü ekliyordum: İnsanın yaratıcı yeteneği, bilimsel araştırmalar, icatlar, vb., asıl yaratıcı gücün bunların toplamı olduğunu ve surplus’ü onların belirlediğini ileri sürüyordum. 1960-70 yıllarından sonra iktisat kitaplarında en önemli faktör olarak teknoloji gösterilmeye başlamıştır. Demek ben daha 1948’de bunu sezecek durumdaymışım.” (B. Ulutan ile Söyleşi)
➢ 1964: IMF’de çalışmaya başladı.
➢ 1965: “İktisadi Doktrinler Tarihi: İlk Filozoflar”, Cilt.1 yayımlandı.
➢ 1978: “İktisadi Doktrinler Tarihi” başlıklı kitabı yayımlandı.
➢ 1982: “Enflasyon ve Ekonomik Kalkınma” başlıklı kitabı yayımlandı.

(2) “Out of the traumas of the 1930s came new political and theoretical understandings of the much more active roles that states might henceforth play in maintaining growth and employment in advanced industrial-capitalist democracies. Thus, was born the "Keynesian era," as it would retrospectively come to be called in honor of the breakthrough in economic theory embodied in John Maynard Keynes's 1936 book, The General Theory of 3
(DEVAM EDECEK)

Prof. Dr. Hasan Gürak