Yeni eğitim-öğretim yılı başladı ama sevinçten çok kaygı var. Hepimiz çocuklarımız için en güzelini isterken, daha ilk günden kulağımıza gelen haberler insanın içini burkuyor. Bir arkadaşımın çocuğu bu yıl 1. sınıfa başladı. Uyum programı için sınıfa girmiş. Bana anlattığına göre Kırşehir'de X okulunda 36 kişilik sınıfa tam 48 öğrenci kaydedilmiş. Düşünsenize, küçücük sıralara üç çocuk sığdırılmaya çalışılıyor. Çocuklar kalemin, defterin, kitabın kokusunu yeni tanıyacakken nefes alacak alan bulamıyor.
Arkadaşımın sözleri hâlâ kulaklarımda: “Önce fazladan çocuklar misafirdir sandım ama listeleri görünce şok oldum. Gerçekten bu sınıf bu kadar kalabalık. Bu şartlarda eğitim nasıl olacak, bir öğretmen bu kadar öğrenciye nasıl yetişecek?” diye dert yanıyordu. Hak vermemek elde değil. Çünkü bir çocuğun okuma yazmaya başlarken alacağı temel, bütün eğitim hayatını şekillendiriyor. Kalabalığın arasında kaybolan çocuk, ileride geri dönülmesi zor eksikliklerle karşı karşıya kalacak.
Eğitim uzmanları da aynı şeyi söylüyor: Kalabalık sınıflar sadece başarıyı düşürmüyor, çocukların psikolojisini de zorluyor. Öğretmen tek tek her öğrenciyle ilgilenemiyor. İlgilenemediği her çocuk kendini değersiz hissediyor. Eğitimde fırsat eşitliği dediğimiz şey tam da burada yara alıyor.
Ama sıkıntı sadece sınıfların kalabalıklığı değil… Okullar açıldı, velilerin cebine de ayrı bir yük bindi. Geçen hafta ben de Kırşehir'de kırtasiye alışverişi yaptım. Daha önce 20 liraya aldığım defter bu yıl 50 lira olmuş. Basit bir silgiye 45 lira verdim. Bir kutu boya kalemi için 120 lira ödedim. En uygun çanta 800 liradan başlıyor, biraz sağlam olsun derseniz bin liranın üzerine kadar çıkıyor. Çocuk için bir beslenme kabı almak istedim, 150 liradan aşağısı yok. Forma deseniz, en basit tişört bile 450 liradan satılıyor. Daha kalemlik, suluk, resim defteri, yapıştırıcı, makas derken kasada çıkan toplam tutarı görünce şaşırıp kaldım.
İki ve daha fazla çocuğu olan bir aileyi düşünün… Daha okul açılmadan maaşın neredeyse tamamı sadece temel ihtiyaçlara gidiyor. Bu ekonomik şartlarda çocukların eğitime eksiksiz hazırlanabilmesi mucize gibi bir şey oldu. Çocuğun önüne “şimdilik idare etsin” diyerek eski çantayı koymak zorunda kalıyoruz. Oysa bir çocuğun eline aldığı yeni kalem, rengârenk boya, pırıl pırıl defter onun dünyasını aydınlatıyor, hevesini artırıyor. Şimdi o sevinç bile aile bütçesinin kurbanı olmuş durumda. Bir çocuğun heyecanla açtığı o ilk defterde, sıcacık bir gelecek umudu gizlidir. Ama biz o umudu ellerimizle gölgeliyoruz.
Bir yanda kalabalık sınıflar, diğer yanda kırtasiye pahalılığı… Çocukların hakkı olan eğitim sanki lüks bir hizmete dönüşüyor. Oysa eğitim bir ülkenin geleceğidir, çocuklarımız bizim en değerli hazinemizdir. Onlara sıkış tıkış sınıflarda, pahalı defterlerin gölgesinde “idare edin” demek bu ülkenin geleceğini hiçe saymaktır. Çocuklarımızın hevesi kırılırsa, yarınlarımız da kırılır.
Bu sadece bir okulun ya da bir mahallenin meselesi değil; Türkiye’nin her yanında benzer tablolar var. Veliler haklı olarak ses yükseltiyor. Çözüm basit: Yeni sınıflar açılmalı, öğrenciler daha dengeli şekilde dağıtılmalı, kırtasiye ve okul giderlerinde ailelere nefes aldıracak destekler sağlanmalı. Çünkü bu çocuklar bizim çocuklarımız. Onların gözlerindeki ışığı söndürmeye kimsenin hakkı yok. Bir ülkenin geleceği ne fabrikalarda, ne binalarda, ne de makam koltuklarında; sadece ve sadece o sıralarda oturan çocukların gözlerindedir.
Bugün susarsak, yarın bu yanlışların bedelini hep beraber ödeyeceğiz. Eğitimde kalite düşerse, ülke olarak hepimiz düşeriz. Ve o zaman “keşke” demenin kimseye faydası olmaz. Çocuklarımız için susmamak, çocuklarımız için direnmek, çocuklarımız için ses çıkarmak zorundayız. Çünkü onların hayali yarınların gerçeği olacak. Eğer bugün onlara sahip çıkmazsak, geleceğe ihanet etmiş oluruz.
Ve unutmayalım; bir çocuğun gözünde beliren ışık, bir milletin kaderini aydınlatır. O ışığı söndürmeyelim.