GAZİ MUSTAFA KEMAL'DEN MEHMET ALİ ALTIN'A BİR 
CADDENİN ÖYKÜSÜ - DELİ MEMİK ve ŞEHİT DAVUTOĞLU
 
    Sülükçüler binasından Aşıkpaşa Spor Salonu'na uzanan ve son zamanda gidiş-gelişli bulvara dönüşen, siyasete bulaştıktan sonra amansız bir hastalığa yakalanarak hayatını kaybeden garip gurebanın dostu Prof. Dr. Mehmet Ali Altın'ın adının verildiği cadde Cumhuriyet döneminde tam altı ad taşıdı:  
- Atatürk döneminde Gazi Mustafa Kemal Caddesi.
- Atatürk'ün ölümünden sonra Hükûmet Caddesi.
- 1965'te hükûmet dairelerinin yeni binaya taşınmasından sonra Eski Hükûmet Caddesi.
- 12 Eylûl 1980 darbesinden sonraki ilk yerel seçimde ANAP'tan belediye başkanı seçilen Belediye Başkanı Hakkı Göçen döneminde cadde ve sokaklar yeniden isimlendirilirken soyadlarının benzer oluşundan hataya düşülerek Mithat Saylam yerine Refik Saydam Caddesi.
- Önceki isimlendirmede yapılan hatanın düzeltilmesiyle Mithat Saylam Caddesi.
- Ve en son olarak Prof. Dr. Mehmet Ali Altın Bulvarı.
Eski Hükûmet Caddesi kömür pazarının ucundaki bugün Polis Evi olan Hususî Muhasebe (Özel İdare) binası altında faaliyet gösteren Vilâyet Matbaası'ndan başlar, Kılıçözü'ne döşünü dayayan “Tozan'ın Değirmeni” ile nihayetlenirdi. Bu caddedeki Türk Ocağı'nda Kuvva-yı Millîye şamdanı, kışlada vatanperverlik çırası, hükûmet binasında ise yurda hizmet meş'alesi yanardı.
Pulcu Veyis Efendi'nin dükkânı ile arzuhalci yazıhaneleri Kale'nin eteğine yaslanmışlardı. Seyyar fotoğrafçılarla mühürcüler bu sıra dükkânların önünde rızıklarını ararlardı. Hükûmetin alt başında Zarif Ağa'nın kahve ocağı ile birkaç avukat yazıhanesi öbeklenmişti. 
KARHANEDEKİ KARLAR BÜTÜN ŞEHRİ SOĞUTURDU  
Irmağın kenarındaki eczahanede beyaz gömleği içine sığdıramadığı Himalaya görünümündeki heybetli göbeğine dayadığı nargilesi ile Eczacı Vahap Bey'in hali görülmeğe değerdi. 
Yeri gelmişken belirteyim: O zaman Kırşehir'in tek eczacısı olan ve şimdi mezarı Kayaşeyhi Kabristanı'nda bulunan Kilisli Vahap Bey öğretmen Gani Araz'ın kardeşi idi. Gani Araz'ın kızı Ruhat ise Kale'den arkadaşımdı. 
Güneşten korkup Vahap Bey'in eczahanesinin az ilerisinde, Kale'nin eteği altında saklanmış olan ve Kuşdilli Mahallesi sınırları içinde gösterilen, kışları karların yazları kullanılmak üzere depolandığı, 50 metrekare kadar genişlikte bir arsaya oturtularak kalın taş duvarlarla örülmüş “karhane” buzdolabının dedesi sayılırdı; ama halkı birbirinden soğutmaz, görevi icabı bağrı yanıkların ateşini söndürürdü. Biz haytalar ise yaz sıcakları bastırmaya başlayınca eşeğinin semerinin iki tarafına salınmış her biri 18 litrelik dört gaz tenekesine eşdeğer İngiliz yapımı iki sandığa dağdan doldurduğu karları özellikle Yenice Mahalle'de sokak sokak gezdirip satarak geçimini sağlayan Kındamlı Salih Ağa'nın peşine düşer, uzaktan “Karın güzel mi Salih dayııı!” diye lâf atardık. O da sakalını sıvazlayarak bizden aşağı kalmaz, “Senin anan güzel, anaaan...” cevabıyla sataşmalarımızı karşılıksız bırakmazdı. Buna rağmen Salih dayıyı kızdırmaktan keyiflenirdik. Her halde o da bize karşılık vermekten zevk alırdı.  
Irmağın karşı kıyısındaki Millet Bahçesi Ankara'daki Kuğulu Park'a kafa tutacak kadar temiz ve bakımlı idi. Tavşanın Iramadan ağabeyin işlettiği bahçe içindeki gazino en tantanalı günlerini yaşardı o devirde. Sık iğde ağaçlarının arasından ağzımız beş karış, seller akıtarak bakardık şarkıcı kızlara...
DELİ MEMİK'İN SEVDİKLERİNE VERDİĞİ PARALAR
BEREKET PARASI OLARAK SAKLANIRDI 

Deli Memik Hükûmet Caddesi'nin demirbaşı idi. Memik bu caddeden hiç ayrılmaz, kafası yanardağ gibi indifa ettiği vakit gâvur kovalardı. Gâvurları kılıçtan geçirip ırmağa döktükten sonra rahatlayan rahmetli tengellek şapkasını omuzuna aldığı bastonunun ucuna zafer tacı gibi takar, yorgun argın hücum çıkış yeri olan Mahir Efendi Hanı'na dönerdi.
Kendisine keramet atfedilen, Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlılar'a karşı savaşan mehmetçiklerimize yol gösterdiği, Yunan orduları başkomutanı Trikopis'in Türk askerleri tarafından teslim alındıktan sonra Kayseri üzerinden Ankara'ya götürülürken Kırşehir'de misafir edildiğinde Memik'in Kırşehirli olduğunu bildiğinden “Bana Deli Memik'i getirin. Kendisiyle görüşmek istiyorum” dediği, bu isteği kendisine iletilen Memik'in daveti kabul etmeyerek “Benim onunla işim bitti” diye Trikopis'in görüşme isteğini reddettiği efsanesini eskiler huşu içinde anlatırlardı. 
Deli Memik'i istisnasız bütün Kırşehirliler sever, zenginler de acer urbalar giydirirlerdi. Sevdiklerine verdiği on paralar bereket parası olarak para keselerinin dibinde saklanırdı. 
Talebeler bizim kuşağın da Kale'deki mektebimize uğrayan Özbağlı Deli Rıza'ya yaptığı gibi yıl sonunda Deli Memik'in yolunu keser, sınıf geçip geçmeyeceklerini sorarlardı. Memik öfkeli hallerinde ana-bacı düz gider, sakin olduğu vakitlerde de “Geçtin” veya “Kaldın” diye başından savardı haylazları...
“Şövalye edası içinde palyaço kılıcı sallayan” akıllıları gördükçe vatan müdafaası için çarpışmaya doyamayan delilere minnet ve şükran borcumuz daha da artıyor. Nur içinde yat Deli Memik! Ne hikmetse delileri de vatanperver oluyor bu memleketin.
ŞEHİT ÇOCUĞU DAVUT SIRRI DAVUTOĞLU
Yazımı noktalamadan önce bir itirafta bulunarak bu yazımda olduğu gibi eski Kırşehir'e dair anlatımlarından yararlandığım, arşivimde bulunan belgesel değerdeki nostaljik yazılarını kitaplaştırmayı düşündüğüm, epey önce sonsuzluk dünyasına göçmüş sevgili dostum, ağabeyim, yeri doldurulamayacak büyük insan, PTT emeklisi şehit oğlu Davut Sırrı Davutoğlu'nu anmayı borç biliyorum. Davut Sırrı daha altı aylık iken resmî şehadet belgesine göre babası 11'inci Fırka, 127'nci Alay, 3'üncü Tabur, 10'uncu Bölük'ten ihtiyat zabit vekili, Kırşehir'in Âşıkpaşa Mahallesi'nden Şeyh Recep oğlu Mustafa Efendi 26 Ağustos 1338 (1922)'de Afyon'un Nezikli yaylasında şehit olmuştu. Bu vesileyle Kurtuluş Savaşı şehidimiz Mustafa Efendi'yi ve diğer bütün şehitlerimizi de minnet ve şükranla anmayı millî bir görev addediyorum.


"Milliyet" gazetesinin ünlü yazarı, benim de aynı gazeteden arkadaşım Hasan Pulur geniş bir okuyucu kitlesi tarafından izlenen "Olaylar ve İnsanlar" köşesini Zafer Bayramı'nı kutladığımız 30 Ağustos 1971 tarihinde Davut Sırrı Davutoğlu'nun babası Kurtuluş Savaşı şehidi ihtiyat zabit vekili Âşıkpaşa Mahallesi'nden Şeyh Recep oğlu Mustafa Efendi'ye ayırmıştı. Mustafa Efendi henüz altı aylık olan oğlu için arkasına "Mini mini Davut Sırrı'ya" yazdığı yukarıdaki resmini bırakıp cepheye koşmuş, bir süre sonra Afyon'da şehit düşmüştü. Şehit Davutoğlu'nun ismi Adliye Sarayı'nın önünden geçen caddeye verilmişti. Kırşehir'i bir ziyaretinde Davut Sırrı ile babasının ismini taşıyan o levhayı arayıp bularak resmini çekmiştik. Şimdi o levha yerinde duruyor mu bilmiyorum.