Herhangi bir konuyu yazmak, yazıyı yazana sıkıntı olabiliyor, ama okuyanı ne kadar ilgilendiriyor onu merak ederim. Konu ulusal bir problem olunca toplumun her kolunun ilgilenmesi gerekir.

Herhangi bir konuyu yazmak, yazıyı yazana sıkıntı olabiliyor, ama okuyanı ne kadar ilgilendiriyor onu merak ederim. Konu ulusal bir problem olunca toplumun her kolunun ilgilenmesi gerekir.
Toplumun kendisini ilgilendiren konuyu iyi ve bilinçli olarak anlatmak kimin görevi. Yani, bunu kim ve nasıl anlatacak?
Elbette bu görev devlete düşer, ama nasıl bir devlete? Sadece iç çekişmelerle ve iktidar kavgalarıyla vakit geçiren, telinen kılınan, kadınlar üzerinde oy rantı hesapları yapan, kızların kaç yaşında evleneceğini siyasi malzeme olarak kullanan, sadece kendi ekonomik ve gelirlerini garantiye almayı düşünen, bir sonraki seçimde tekrar meclise girme hesapları yapan ve tamamen toplumda kopuk, tamamen kendilerini eşitleştiren milletin vekilleriyle mi yapılacak?
Kitle olarak hipnoz edilmiş, sadece günlük nevale peşinde koşan, her gün biraz daha fakirleşen ve kentin varoşlarında sanki ecelini bekleyen, belediyenin ucuz ekmek kuyruğunda sıraya giren, becerikli olanları üç ayaklı cambaz oynatan, tamamen tüketime odaklanmış, devlet tarafından değişik isim altında dağıtılan, besin değeri tartışmalı gıda maddeleri, kalorisi düşük yakıtla ısınmaya çalışan topluma mı anlatılacak?
Dünyada kendi kendine yeten ülkelerin başında gelirken neden bu duruma geldik veya getirildik, sorusuna cevap ararken işin başlangıcında giriş yaparak (tabi ne kadar yapabildiysek) kısaca konuya uygun bir başlık aradım. Çünkü son zamanlarda okuduğunu anlamayanın sayısı hayli çoğaldı. Yazı dam diyor, okuyanın bir kısmı kapı diyor. Bunların içinde art niyetli ve geri düşünceliler olabileceği gibi, okuduğunu anlamayanlarda bulunuyor.
Kırşehir’de on sene önce yazdığım bir yazıya baktım, o zaman tarımın şimdiki duruma gelebileceğini düşünerek ve görerek dile getirmişim. Tarım hayvancılıkla beraber yapılır. Hayvancılık tarımsız olamaz, hayvan beslemeyenler tarafından tarımda yapılamaz ve aynı zamanda maliyeti artırır, aynı zamanda birbirini tamamlayan uğraşıdır.
Kırşehir tarım ve hayvancılık şehri. Son yıllarda plansız, programsız, rastgele yerlere yapılan mandıralarla gündemde. Bunun vereceği zararları ileride göreceğiz maalesef…
Hayvan gübresi toprağa en yararlı ve kimyasal gübre ihtiyacını sıfıra indiren bir toprak besinidir. Onun içindir ki arazisi olmayan hayvancılık yapamaz. Besicilikte bütün girdilere bedel ödeyen ve her geçen gün fiyatı artan yem ve ilaçla ithal eti şişirerek et ihtiyacını karşılamak geçici bir çözümde değildir. Ağır sanayi ve endüstri, tarımla beraber yürür ve büyür. Türkiye bunun uygulanacağı en uygun ülkedir. Gerek coğrafi konumu, gerek iklim koşulları buna müsait. Dünyada kaç ülke vardır üç tarafı denizle çevrili ve dört mevsimi aynı anda yaşayan?
Bu politikayla Türkiye’nin et ve tahıl ihtiyacı ithalatla düzeleceğini iddia eden her kim olursa olsun kendini aldatıyordur. Türkiye nüfusunun yüzde 8’ine yakını kırsal kesimde yani üretim sahası olan köylerde yaşıyorsa, yüzde 8’inin ürettiği ile yüzde 98 nüfuslu o ülke eti de, sütü de, samanı da, tahılı da ithal etmeye mahkûmdur.
Beleş ve lüks yaşamaya alışan ve köy yaşamını A’dan Z’ye kadar unutan bir toplumu nasıl tekrar köy yaşamına adapte edeceksin?
Varını yoğunu satmış ve köy düzeninden tamamen kopmuş lükse alıştırılmış ve sadece tüketim toplumu olan nüfusu nasıl üreten bir toplum haline dönüştüreceksin?
Kent köylüleri neden ve nasıl tekrar kendi topraklarına döndürüleceğini araştırmak yerine, geçici ve günü kurtarma amacıyla verilen demeçleri ve icraatlarıyla bu sorun çözülmez.
Tarım Bakanı Fakıbaba fakirleşen çiftçiyi ihya edeceğini söylüyor, bu söylendiği kadar kolay değil. Yeni bir uygulamadan bahsediyor, damızlık koyun verecekmiş köyüne dönene. İyi de o koyunların barınağı, sulağı, bakım bilgileri silaj yapılacak, yani mısır yonca korunga gibi kaba yemlerin yetişeceği arazi yok, E nasıl olacak bu iş?
Şimdi bu haberi duyan uyanıklar çoktan harekete geçti ve bütün soygun planlarını hazırladılar. Bir kamu bankasının müdürü olan okul arkadaşım anlatmıştı. Bu banka teşvik kredisi veriyor, ama hayvanların ağılını göstermesi gerekiyor, sanki bir ağılla bu iş oluyormuş gibi. Aynı köyde bulunan tek ağılla bütün köylü kredi almış ve bunun dönüşü de olmuyormuş. Zannedersem o borçlar affedildi.
Yani diyeceğim odur ki, dökme suyla kuyu dolmaz, su nasıl ve nerde çıkar, o bile ince hesap istiyor. Üstü kapalı önü arkası açık karşılıksız tüyü bitmedik yetimin paraları rastgele dağıtılmamalı.