Bazen bana ayrılan bu bir yazı yazsam, anlattığım şahsı herkes tanır. Biz adını bir kenara bırakarak yazacaklarımızı yazalım, üstü kapalı konuşalım da kim üzerine alınırsa alınsın!..
Biz söyledik yarası olan gocunur deyip söze başlayalım.
Çocuklukları Kırşehir’de beraber geçen iki yakın akraba olan kahramanlarımız birisi çok ehli keyif, temiz giyinen, zamanında kendisinin görevi nedeni ile adı duyulunca sürü sahipleri çobanların adını duyunca korkulu isimlerinden olan bir seksen boylarında yumurta topuk ayakkabılı eski kabadayıları andıran görüntüsü ile gönül eri bir insan…
Diğerine gelince sessiz sakin yapısı, insanları görünce heyecanlanan konuşması sessiz o eski takım elbisesini içine giydiği gömleği kravatsız, olmayan günlük tıraşını olan Pazar günleri seher vaktinde kalkıp köylünün getirdiği ürünü alıp üzerine üç-beş kuruş koyarak satmaya çalışan, kendi nafakasını kazanan gönlü zengin bir insan.
Bu iki arkadaş akraba da sayılırlar…
Bizim sözümüzün başında yazdığımız kişi onun sattığı güzel şeyler olunca tezgahtan alır. O her zaman yanında taşıdığı bıçağını çıkarıp soyar, güzel ala yer yerken de sessiz olan adamcağıza ağzı dolusu söver! Söverken de fırsat vermeden “Ben cahilim, ne söylediğimi bilmem! Sakın ola ki sen bana sövme!” diyerek tembihte bulunur!
Karşısındaki garibim sadece bir iç çeker sesini çıkartmaz, çıkartamaz. Bizim yumurta topuklu eski kabadayı amcamız ağzı kesilene kadar yedikten, içini boşaltıncaya kadar sövdükten sonra ürünü nasıl satacağını da tembihledikten sonra oradan ayrılır. O garibim de kendine bir çay söyler, ağzından hiç düşürmediği sigarasını içmeye devam eder.
Kırşehir’de böyle anlayışlı ve dostluklar hala var, devam edip gidiyor.
İşte öyle bir şey…
Mertlik, namertliğe boyun eğerse, haysiyet paraya satılırsa, hırsızlık, yolsuzluk altın değerinde olursa. Dürüstlük çöplüğe atılırsa. Asalet boyda değil, soyda aranmazsa incelik belde değil, dilde aranmazsa doğruluk sözde değil özde, güzellik yüzde değil yürekte aranmazsa... Şerefle bitirilmesi gereken en asil görev hayattır denmezse. 
“Bir lokma ekmek için şerefini çiğnetmeye bir anlık eğlence için asaletini tüketmeye bir zamanlık mevkii için yalakalığa gerek var mı?” derim hep kendi kendime… 
Tükenip giden hayatımızda yukarıda söz ettiğim kelimeleri insanların toplumumuzun ahlaki değerlerinin gün geçtikçe yok olması makamının elinden gitmemesi için her şeyinden fedakarlık yapan makam sahiplerine.
Sizler Ahilik “kapını, sofranı, gönlünü açık tut” diyorsa, sizler de vatandaşa düşmanca tavır sergiliyor iktidar mensuplarına ona yakın olanlara uysal bir kedi gibi davranıyorsanız inanın ihanet içerisindesiniz. 
Vatandaşa karşı bu tavrınız sizlere iyilik getirmez, getirmediği gibi de vatandaşın arasına girip dolaşamazsınız. 
Sizler o makamlara hizmet etmek için getirildiniz. Hem de hiç ayrım yapmadan. Mesai saatlerinde sizi ziyarete gelen yakınınızla dostlarınızla sohbet edebilirsiniz ama asli görevinizi unutmadan. 
Güzel vatanımız da o kadar olumsuzluklar yaşanıyor ki kim dost, kim düşman bilmeniz mümkün değil bu ülkede insanlar arasına tefrika sokanlar bir gün mutlaka hesap verecekler. Kimse kendisini dokunulmaz zannetmesin bir zamanlar makam mevki sahibi insanlar bugün vatandaşın arasına dahi giremiyor onlardan uzak olmak için ya tanınmadık gurbet diyarlarında ya da evinde hayatını ömrünü bitirmeye çalışıyor, çoluğu çocuğu bakmayanlar da huzur evlerinde. 
Bir kez daha düşünün hayat çok kısa makamlar mevkiler sizleri terk edecekler o zaman hizmet etmekte imtina ettiğiniz insan arasına geldiğinizde yer bulamayabilirsiniz. Hizmetlerinizle anılmak onlarla övünmek istiyorsanız hizmet için koşun tabi ki doğruluktan, haktan, adaletten, ayrılmadan.
Ülkemde, şehrimde o kadar olumsuzlukla karşılaşıyoruz ki sussak, yazmasak bize yakışmıyor. Konuşsak, yazsak dost dediklerimiz küsüyorlar. Fakat ben “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!” deyip yoluma devam diyorum. 
Evet, kardeşim bizler vatandaş olarak kendi geçimimizi düşünüyoruz. Çocuklar üniversiteyi bitirdi, iş bulamıyor. Çiftçi hasadı kaldırdı borcunu ödeyemiyor. Emekli geçinemiyor. Üretim yapan sanayici o kadar çok zorluklarla uğraşıyor ki ne yapacağını şaşırmış. Esnaf açık hesapla, vadeli kredi ile ayakta durmaya çalışıyor. İşler kesilmiş yapılan işlerle de gider karşılanmıyor.
Yani özetle çevrenizdeki, etrafındaki herkes bir arayış içine girmiş bütün insanlar yaşamını devam ettirecek, hayatını idame ettirecek, kazancın peşinde koşuyorlar.
Ya seçtiklerimiz?
Onlar kendilerinden beklenenleri yapılabiliyor mu?
Zaman her şeyin ilacı derler. Geçmişte ülkemizde yaşananları yeni dönemde yaşamayız ümidindeyim. TBMM seçilenlerin başlıca görevi hedefi vatana, millete hizmet olmalı. “Ben nasılsa birinci sınıf vatandaş oldum. Genel başkanım ne buyurursa emrindeyim!” diyerek gününü geçirmemeli. Gerektiğinde doğruları söylemeye çekinmemeli vatandaş olarak ta bizler bizim beklentilerimiz olan kanuni düzenlemeler dahil yaşamı kolaylaştıracak garibanları koruyacak. Kısaca demokrasinin kuralı olan insanların devletine sadakatini artıracak düzenlemeler yapılmasını bekliyoruz.
Hikâyemizde geçen ehlikeyif dayımız gibi vatandaşı hakir görüp sövüp sayarak hakaret ederek kendisinin uyanık, cahil sıfatına sokup kendi menfaati doğrultusunda hareket edenlerin sonu hep hüsranla sonuçlandığını tarih boyunca gördü. Ama artık görmek istemiyoruz enayi sıfatına sokulmak hiç istemiyoruz.
Gayretle hizmet için çalışan seçilmişleri görüp onların başarısı için dua etmek istiyoruz sövülüp elimizdekinin de alınmasını hiç istemiyoruz.