Bugünlerde yurt dışındaki gurbetçilerinde Kırşehir’imize gelmesi ile kalanlıklaşan caddelerinden gezmek daha da zorlaşır oldu. Ellerinde tespih, ağızlarında sigara ile olta atan giyim kuşamı birbirine karışmış, erkek mi, kız olduğu belli olmayan tiplerle adeta dolmuş sokaklar.

Bugünlerde yurt dışındaki gurbetçilerinde Kırşehir’imize gelmesi ile kalanlıklaşan caddelerinden gezmek daha da zorlaşır oldu.
Ellerinde tespih, ağızlarında sigara ile olta atan giyim kuşamı birbirine karışmış, erkek mi, kız olduğu belli olmayan tiplerle adeta dolmuş sokaklar.
Ne garip hal aldı bu gençlik.
Sadece günü yaşamak, anı heyecanlandırmak üzere kurulu bir hayatları olmuş neredeyse.
Bir çoğunun amacı hedefi bile kalmamış bu hayatta.
Yemek, içmek, eğlenmek, dans etmek, orasına burasına dövme yaptırmak, dans etmek, fal bakmak, kına yaktırmak, lüks ve marka giysiler giymek, kaliteli cep telefonu kullanmak, kendilerince kaliteli mekanlara takılıp yemek yiyip içmek ve bunlar sosyal sitelerde paylaşmak…
Amaç hedef gaye sadece bundan ibaret olan bir gençlik..!
Hele birde bütün bunlara günümüzün sözüm ona kendini kurtarma taktiği “depresyon”u ilave ettiler.
Sahi ya bizim zamanımızda yoktu bu kavram ama anneme babama sordum onların zamanında hiç adını bile duymamışlar.
Anneme geçenlerde sordum “Anne bu iş güç, bu kadar baskı, bu kadar sıkıntı karşısında depresyona girmedin mi hiç?” diye.
"-Hayır, yavrum bizim zamanımızda saygı olduğu için sevgi hep bâkî kalırdı. Sevgi var oldukça da hiç depresyona giren olmazdı. Yemekler lezzetli, uykular dinlendiriciydi. Biliyor musun? Ben depresyon kelimesini ilk defa senden duyuyorum” dedi.
Gerçekten öyle idi. Kırşehir’de mahallenin hatta şehrin delisi (belki bizden akıllıdır) mesela Çıta, mesela Aydın, mesela Mehmet, mesela Tuncay onlar bile bu şehirde mutlular öyle ki yüzlerinden hep mutluluk var tebessüm var.
Bunlar akşama kadar sokakta, şurada burada oynar, akşam evlerine giderler acıkınca çarşıda herkes ekmek verir, su verir mutlu olurlardı. İnsanlar bu kişilere bile saygı gösterirdi hatta göstermeye de devam ediyorlar.
Şimdi hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak insanların birbirlerine saygısı kalmadığı gibi evlere bile saygıları kalmadı! Herkes akşam olduğu hâlde artık evlerde perdeler örtülmüyor, bütün evlerin içi görünüyor, ama kimse utanmıyor.
Oysa bizim zamanımızda biz daha hava kararmaya başlamadan kalın perdelerimizi çeker, ondan sonra evin ışıklarını yakardık. Hatta perde kapalıyken üzerimizi değiştirmeye edep eder; ışığı söndürür, yere çömelir öyle üzerimizi değiştirirdik. Gölgemizin bile dışarıdan görünebileceğini düşününce yüzümüz kızarırdı.
Gerçekten öyle idi şimdilerde ne ar kaldı ne haya… O yüzden “Evin edebi, önce perdesinin çekilip çekilmediğinden belli olur” derdi büyüklerimiz...
İffetimiz, edebimiz bir giderse, ortada imanımız kalmaz Allah korusun.
Ne ayıp değil mi?
Bir de sosyal medyada insanlar gittikleri lokantalarda yedilerin, içtiklerinin, gezdikleri şeylerin fotoğrafını çekip binlerce kişiye gösteriyorlar. Ve başkalarının da bunu beğenmesini bekliyorlar.
Eskide insanlar yediklerini, içtiklerini söylemezlerdi bile. Hatta ben anneme “akşam yemekte ne var?” dediğimde “Allah ne verdiyse o var“ derdi.
Şimdiki nesle belki de abartı olacak ama annem derdi ki “Biz beylerimizle yan yana yürümeye ar edinirdik; dul kalanlar var, evlenemeyenler var. Onların gönül yaralarına tuz basmayalım diye, beylerimizin hep bir adım gerisinden yürürdük... Şimdi kavgalar ortada, sevmeler ortada... Tabiî ki, hiç mahremiyet kalmayınca samimiyet de kalmıyor. Evin bereketi, büyüklere saygıdadır. Evin iffeti, örtülen perdedir. Sevginin iffeti, gizliliktedir. Gözün iffeti, göz kapaklarındadır. Utanma, hayâ, imandan bir şûbedir, hayânın makamı gözdür. Bu yüzden hem gözümüzü korumak önemlidir, hem de göze hitap eden şeyleri kontrol altında tutmak..."
Ne güzel söylemişti annem oysa şimdilerde, ne iffetimizi kaybettikçe buhranlarımız arttı.
Herkes de bir stres, bir mutsuzluk, tatminsizlik, doyumsuzluk, inanılmaz bir vurdumduymazlık, hele bunalıma girenler kendine gelemeyenler, sanal ortamın âşıkları bir devir ile karşı karşıyayız.
Annelerimizin zamanında ne bunalım, ne stres vardı nede depresyon.
Oysa onlar zamanında sorumluluklar daha fazla idi buna rağmen mutlu idiler oysa şimdilerde hiç kimse mutlu değil en zengininden en fakirine kadar.
Başımızı iki elimizin arasına alıp yeniden düşünüp kendimize çeki düzen vermeliyiz yoksa bu depresyonlar hiiiç bitmeyecek.