Başkalarını bilmem ama benim için 2020 yılı çok kötü bir yıl oldu.
Ekonomik olarak yaşadığımız sıkıntılar bu yıl daha çok vurdu hepimizi.
Özellikle döviz kurlarındaki artış hepimizin belini büktü. 
Ekonomi iyi gitmezken, bir de bütün Dünyayı etkileyen koronavirüs denen bir hastalık ortaya çıktı ve hızla tüm dünyaya yayıldı.
Öyle bir yayıldı ki bu lanet hastalık insanların tüm yaşamını derinden etkiledi.
Günlerce sokağa çıkamadık, aylardır kapılarımızı herkese kapattık. 
Covid-19 denen bu illet hastalık her gün onlarca insanımızın canını aldı. Yüzlerce insanı yoğun bakım ünitelerinde yatağa mahkûm etti. 
Aylardır sağlığı iyi olmayan binlerce, hatta milyonlarca insan Covid-19 korkusu yüzünden tedavilerini yaptırabilmek için hastanelere gidemedi. 
Tam hastalık kontrol altına alındı, denirken Hükümet baktı olacak gibi değil zaten iyi olmayan ekonomiyi canlandırmak için mecburen aldıkları kararları biraz gevşetti.
    Tatil bölgelerini turizme açtı, yurt içi ve yurt dışından milyonlarca turist bu bölgeye akın etti, olmadı okulları kademeli olarak açtı. Sanki bu gevşemeyi duyan Covid-19 virüsü yeniden atağa geçti ve hastalığa yakalananların sayısı yeniden tırmanışa geçti.
    Kırşehir’de aylardır maskeyle sokaktayız. Ama hâlâ maskenin önemini kavrayamayan ve takmamakta direnler olduğunu da görüyoruz.
    Bu Covid-19 virüsü dolayısıyla insanların inanın yaşam biçimi değişti. Zaten zoraki ara-sıra bir araya gelen eş, dost ve yakınlar bu virüsü bahane ederek aile bağlarını, dostluk ve arkadaşlık bağlarını tümden kopardı. 
    Aylardır tüm dünyadaki bilim adamları bu virüse karşı aşı ve ilaç üretmek için çaba harcıyor, deneyler yapıyor, ama hâlâ bir türlü aşı ya da ilaç bulup rahatlatamadı dünyayı…
    Herkes birbirinden korkuyor; kuşku duyuyor, uzaklaşıyor, kopuyor ne yazık ki… 
Lanet olsun bu virüse tüm dünyayı perişan etti.
Tüm insanlık bu virüs karşısında kaybetti, adeta esas duruşa geçti!
Büyük umutlarla girdiğimiz 2020 yılı da hepimiz için kayıp bir yıl oldu.
Zaten pamuk ipliğine bağlı olan aile bağları, dostluklar koptu.
Bugünlerde insanlar artık 2020’nin bir an önce bitmesi için dua ediyor gibi geliyor bana…
İnsanların hayallerini çaldı, umutlarını tüketti bir virüs. 
Oysa insanların ne de güzel umutları, hayalleri vardı.
Gençler üniversiteye gidecek, bitirip iş ve aş bulacaktı.
Evlenip, yuva kuracak, çoluk çocuğa karışacaktı.
Hepsi bitti, gitti.
Sadece koronavirüs mü insanların hayallerini alt üst eden?
Elbette ki koskoca hayır.
Son birkaç yıldır yaşadığımız ekonomik darboğaz hepimizin belini büktü, içinden çıkılmaz bir hale getirdi. 
Türk Paramız Dolar ve Euro karşısında büyük değer kaybı yaşadı. Hâlâ da yaşamaya devam ediyor.
Dövizin değerlenmesi, bizim paramızın erimesi demek hayatımızın pahalanması demek.
İğneden ipliğe her şeyin artması demek, hepimizin alım gücünün düşmesi demek.
İşte dolar 8,5 liraya, Euro 10 liraya yaklaştı. Paramız pul oldu, olmaya da devam ediyor.
Böyle zor ve sıkıntılı bir süreçten geçerken, kışa girdik. 
Bu kışın ne kadar sert ve çetin geçeceği ortada.
    Virüsle mi uğraşacağız, yoksa hayat pahalılığı ile mi?
Maddi sıkıntı nedeniyle doğalgazı kısacağız, mecbur olmadıkça alışveriş yapmayacağız. Çoluk, çocuğumuzun ihtiyaçlarını öteleyeceğiz.
Bu da bütün sektörleri olumsuz yönde etkileyecek.
Üretim düşecek, işsizlik artacak.
Zaten zor günler geçiren biz bu krizden nasibimizi alacağız. Dolayısıyla bu kışın hepimizi zorlayacağı aşikâr.
Son olarak 2020 yılını çok kötü bir yıl olarak uğurlamaya hazırlanırken, İzmir ve çevresinde yaşanan deprem hepimizin yüreğini dağladı, yüzden fazla insanımız depremin enkazı altında kalarak can verdi. 
Analar, babalar, evlatlar yürekleri dağladı...
İzmir’de şiddetli hissedilen deprem, yüreklerimizi burktu. Aralarında iki Kırşehirli hemşehrimizin de bulunduğu can veren tüm insanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dilerim.
Depreme dayanıklı bina yapılmadığı sürece deprem ülkesi olan ülkemizde daha çok böyle üzücü manzaralar yaşayıp, göreceğiz.
1999 Marmara depreminden sonra devletimiz ve bizler çok büyük dersler çıkardık, deprem ve afetler konusunda gerçekten çok önemli tedbirler alınsa da hâlâ kaçak, depreme uygun binaların olmadığı ortada. 
Şunu hiç kimse unutmamalı. Deprem bölgesinde yaşamamıza rağmen, maalesef bölgemizde ve ülkemizde hiçbir zaman deprem olmayacakmış gibi davranmamalıyız. 
Elbette deprem bir doğa olayıdır, doğa olaylarını önlemek mümkün değildir. Ancak doğa olaylarının yanlış uygulamalar sonucu insan eliyle birer afete dönüşmesini önlemek mümkündür ve bizim elimizdedir.
Burada yeri gelmişken şunu ifade edeyim. Kırşehir yıllardır Birinci Derece deprem bölgesinde iken ne oldu da 2019 yılında Üçüncü Derece deprem bölgesi içine alındı. 
    Hâlâ anlamakta güçlük çekiyorum. 
Ülke olarak hâlâ “deprem” bölgesinde olduğumuzun farkında değiliz ve gerekli tedbirleri almıyoruz. Almadığımız gibi kaçak yapıları da afla kurtarıyor, sonra da bir deprem olunca dizlerimizi dövüyoruz! 
İşte deprem uzmanları aylardır, yıllardır İstanbul’da büyük bir deprem olacağını anlatıp, ülkeyi yönetenleri ve hepimizi uyarırken, İzmir depremiyle sarsıldık.
Bir haftadır ülkemiz İzmir depremiyle yatıp kalkıyor. Enkazdan 4-5 gün sonra çıkartılan minik yavrularımız ve insanlarımızı görüyor ve konuşuyoruz. Bu haftadan sonra deprem gündemi ortadan kalkacak ve normal gündeme döneceğiz ve dolayısıyla depremi unutup gideceğiz.
Sonra bir dahaki depreme kadar normal yaşantımıza devam edeceğiz, ölen ölür, kalan sağlar bizim mantığıyla… 
Gerek deprem konusunda önlem alması gereken kurum ve kuruluşlar, gerekse bizler uyumaya devam edeceğiz.
Ne olur artık depremin değil, binaların öldürdüğünün farkına varıp gerekli tedbirleri alıp, sağlam binalar yapıp, buralarda oturalım. Devletimizi yönetenler artık sık sık imar afları çıkarmak yerine depreme dayanıklı binaların yapılmasına önderlik etsin. 
Yoksa bu kafa ve mantıkla depremde daha çok canlarımızı kurban ederiz. 

***

Sevdiğim bir söz

“Savaşmayı göze almazsan zaferi elde edemezsin.” Richard Devos

    ***

Biraz da gülelim!

Kafama takmıyorum!

Temel ishal olmuş.
İshal olan Temel hastaneye gitmiş.
Doktor dahiliye servisine sevk etmiş.
Ancak evraklar karıştığı için Temel'i psikiyatriye yatırmışlar.
Bir süre sonra, sevki yapan doktor Temel'e rastlamış.
"--Yahu sen ne arıyorsun psikiyatride?" 
"--Bilmem buraya yatırdılar işte" 
"--Peki, ishalin geçti mi?"
Temel'den yanıt: 
"Yoo, aynen devam ediyor, ama artık kafama takmıyorum."