Tarım ve hayvancılık şehri Kırşehir’de biz, tarım deyince, hâlâ buğday arpa ekimi ile değerlendirme anlayışından kurtulamadık. Son yıllarda geldiğimiz durumu değerlendirip bir çözüm yolu arayışı içinde olmayan gelmiş geçmiş iktidarların ortak suçudur. Devlet Üretme Çiftliklerinin (DÜÇ) özelleştirme adı altında bazı yandaşlara peşkeş çekilmesi ve amaç dışı kullanılması, tarım adına ayrı bir sorun. Elden çıkarılan DÜÇ tarım için çok önemli idi. Tarım ağır sanayinin lokomotifi sayılır, tarımsız ağır sanayi geliştirmek ve endüstrileşmek hayaldir.
Devlet desteği olmadan, sanayileşmek zor olduğu gibi var olan endüstrinin devamı iç pazardan ziyade ihracata dayalı üretim yapılmaz ise, ithalata dayalı ihracat anlayışı da kar getiren bir gelişme anlayışı sağlıklı anlayış değildir. İthal edilen malların uç ürünlerini o ülke zaten üretmiş ve patentini almıştır. Bize sadece patenti alınan uç ürünün fasonunu yaptırırlar, aynı bor madeninde olduğu gibi.
Dünyanın geleceği yapılan savaşlarla değişmeyecek. Aynı zamanda en etkili silahı olanda dünya düzenini değiştiremeyecek. Besin maddelerinin patentini alanlar, bitki ürünlerinin genetiği değiştirilerek bitkileri tekeline alan ülkeler, dünyanın gelecek gerçek sahipleri olacak. Bu işi yapan ülkeler genetiğini değiştirdiği bitkilerin bağışıklığını geliştirdikleri ilaçlarla adeta kendilerine bağımlı ülkeleri kontrolü altına almayı amaçladıkları, son gelişmelerle adeta ispatlamış durumdadır. Bu bitkilerde alınan tohumlar ikinci senede verimliliği düşüyor ve aynı tarlada ekilen diğer bitkileri de etkiliyor.
Yetiştirici bir sonraki sene yine tohum almak mecburiyetinde. Başka tokum kullanılması yasaklanmış ve anlaşmalarla üreticiyi zapturapt altına almış oluyor.
Bildiğim kadarıyla Türkiye’de bu anlaşılmaz anlaşmaya imza atarak vurguna çanak tutmuş oldu. Misal sertifikalı tohumdan üretilen mahsulü ihraç edemeyeceksin, destek alamayacaksın ne acı değil mi?
Sertifikalı ürün tohumları hastalıkları için, patent sahibi kuruluşlar geliştirdikleri ilaçlarla ayrı bir kâr sahasıyla, bir taşla bir kaç kuş vuruyorlar. Kullandıkları ilaçların bileşiminde aşırı atrazin maddesi kullandıkları tespit edilmiş ve bazı Avrupa ülkelerinde bu tür ilaçların kullanımını yasaklamışlardır.
Avrupa ülkelerinde bilhassa Alman gümrük kapılarında çok hassas laboratuvarlar var ve ithal edilen ürünler daha piyasaya sürülmeden engellenmektedir, mesuliyet sahibi ülkeler halkının sağlığı için tedbiri kapıda alıyor, mutfağa girdikten sonra önlem almanın bir anlamı yok. Tabi mesuliyet sahibi ve halkın sağlığını düşünen kimseler için geçerli.
Bizzat şahit olduğum ve denetleyici olarak başında bulunduğumdan, Türkiye’de gelen on ton bal ve tonlarca biber ve patlıcanın imhasına şahit oldum. Anadolu’da elli sene önce yetişen sebze ve meyveler ile tanışabilme imkânı bulmuşumdur.
Yerel tohumların kullanılması ve hatta fide olarak isteyene bedava temin edilmesi gerekir. Bunu adeta boş zamanlarını çay sohbetleriyle geçiren Tarım Bakanlığı ve ona bağlı kurumların üstlenmesi olamaz mı, daha doğrusu milli görev olarak yapmaları lazım. Ama gel gör ki hiçte öyle değildir.
Hayvan yetiştiriciliği de tarımın olmazsa olmazıdır. Son yıllarda et sıkıntısının ana sebebi, tarıma olan desteğin sağlıklı ve aracısız olarak çiftçinin yararlanamayışı.
Ne olduğu belli olmayan ve yetiştiği ülkenin iklim şartlarına adapte olmuş hayvanları Anadolu’ya getirip ahırlara kapatarak sorunu çözmeye çalışmak, olan sorunu geriye itelemektir. İthal hayvanlarla beraber, ithal ettiğimiz hastalıklarda eşantiyonu olarak ülkeye giriyor ve peşinden tedavisi için kullanılan ilacın ithali başlıyor.