DEDE SAĞLAMCI SOYULUR MU? 'Bende insanım oğlum'

Ne dilersen yaratandan dile, o kuluna duyarsız kalmaz, yeter ki sen kulluğun gereklerini yerine getir. Murat kendi halinde kimsenin işine aşına karışmayan, hır-gür yapmayan, iyi niyetli saf temiz bir delikanlıydı.


Murat kendi halinde kimsenin işine aşına karışmayan, hır-gür yapmayan, iyi niyetli saf temiz bir delikanlıydı.
Aslen Yozgat’ın Yerköy kazasına bağlı Musabeyli nahiyesindendir. Askerden sonra öğrendiği biçerdöğer operatörlüğü sayesinde yaz boyu tarlalarda ekin biçerek evinin geçimine katkı da bulunurdu. Bunlardan birinde Adana’da ekin biçerken Cuma namazına gitmiş, bunu duyan biçerdöğer sahibi “Adana cokur sıcakta yanarken senin camide işin ne” diye onu işten atar. Çok üzülmüştür, ellerini semaya açar, “Allah’ım ailemin geçimini temin etmeme yardımcı ol” deyip ağlar.
Yerköy’e dönüşte ofisin işlerini taşeron firma olarak yapan bir Almanın yanında işe girer. Zamanla Alman Muradın yalvarmalarına dayanamaz onu Yerköy ofisine kadrolu hizmetli olarak işe aldırır.
Yerköy’de bir müddet çalışan Murat bu zaman zarfında evlenmiş, bir gecekondu yapmış, bir de oğlan çocuğu olmuştur ki değme keyfine gitsin.
Her şey insanoğlunun dilediği şekilde gitmiyor. Nihayeti ofis bir devlet kuruluşudur. Muradın tayini Kayseri’ye çıkınca gitmek istemez. Müdüre rica da bulunup yalvarır, fakat onun; “baban zenginse tarlasına, yok fakirse Kayseri’ye” cevabıyla ister istemez yedi yıl görev yapacağı Kayseri ofisinin yolunu tutar.
Günlerin yılları kovaladığı yedi yılın sonunda “burada yediğin, içtiğin, hatıraların sende kalsın, şimdi yolun Kırşehir, hadi hayırlı görevler” diyerek onu yolcu ederler.
-Kırşehir-Kayseri’ye göre havası, suyu, yaşamı adet ve töresi kendisine daha yakındı. Hem doğup büyüdüğü Yerköy’le Kırşehir’in arasında ne fark vardı ki.
Kırşehir ofisinde günleri diğer arkadaşlarıyla çalışmakla, sakalaşmakla, bazen Kır Fuat’ın mizahi dolu hikayelerini dinlemekle, sonradan Ankara’dan Kırşehir’e tayinle gelen Karacaörenli Topal Assiyenin Esedin Fuat’dan daha baskın gelen yalan ve şakalarıyla geçti.
Dürüstlüğü, güvenilirliği, arkadaş canlılığı dolayısıyla çevresinde sevilip-sayılmış, aynı zamanda esnafında kolay kolay boş çevirmediği müşterilerinden biri olmuştur.
Acımasız zaman su gibi akıp geçerken çocukları büyümüş, iş sahibi olmuş, devletin çeşitli kademelerine yerleşmişti. Haliyle de Murat yuvadan uçan kuş misali görev süresini doldurarak emekli olmuştu.
Önceleri emeklilik ona pek yaramamış, kendisini bir boşlukta bulmuştu. Sanki göreve gidecekmiş gibi sabah erken kalkıyor, gerçekle karşılaşınca da hayal kırıklığına uğruyordu. Bazen hanımını yanına alarak değişik şehirlerde görev yapan oğullarının yanına sırasıyla giderek kendisini yeni yaşamına alıştırıyordu.
Bunlardan birinde İstanbul’da görev yapan oğlunun yanına gittiğinde sağı-solu gezerken yolu Eminönüne uğradı. Oralar Türkiye’nin ticari yönden kalbinin attığı, satışların toptan satıldığı bir yerdi. Orada çorap satan yaşlı sakallı eli yüzü nurlu(!) biriyle tanıştı. Adama emekliliğin zor yanlarını anlatınca onun “ben sana çorap vereyim hem gez, hem bunları sat” diyen avutucu sözleriyle karşılaştı. Öyle de oldu. Parasını peşin olarak ödediği çoraplar …… adlı anbarla verilen adrese gönderilmişti bile. On gün sonra Kırşehir’e dönen Murat satacağı kadar çorapları çantasına doldururken bir de ne görsün, çorapların kimi yırtık, kimi dikişli, bazılarının renleri ayrı ayrı, kimi küçük, kimi büyük, öfkeyle “Allah cezasını versin çorapçı” derken itimadın bilmem kaçıncı darbesini yiyordu.
Uzun süre bu aldatılmışlığın tesirini üzerinden atamadı. Bir gün Cacabey parkında ezan beklerken yanına tesbih satan bir adam oturdu. Beri öte derken ondan uzun pazarlıklar sonucu adını önceden duyduğu piyasası pahalı olan KEHRİBAR bir tesbih satın aldı. Bütün öfkesini çekerek ondan çıkardığı tesbihin aslında naylon olduğunu bu işten anlayan birinden öğrendiğinde şok oldu. İnsanlar ne zevk alıyorlardı saf ve temiz kişileri kandırmaktan. Paraya, pula ihtiyacı olmadığı halde sırf sağlığı için boş durmayayım diye tesbih alıp satmaya karar verdi.
Hilesiz, hurdasız, yalansız, dolansız tesbih ticareti yaptığı için çokça yanılsa da aradan geçen zaman içerisinde mesleği iyice kavramış ve böylece de dürüstlüğünün de mükafatını almış, tesbih alacakların aradığı bir esnaf olarak isim yapmıştır. Sağlam ve kaliteli tesbih sattığı için adı ‘SAĞLAMCIYA’ çıkmış, ‘gel sağlamcı git sağlamcı’ olmuştur.
Sağlamcı Muradın oğullarından birisi Bursa Gemlik’te öğretmenlik yaparken sonradan o okula müdür tayin edilmişti. Oğlunu, torununu, gelinini göresi gelmişti. “Hem bu vesileyle onları ziyaret eder, hem de Silivri’de mahkeme olan ‘bölücü başı’ Abdullah Öcalan’ın mahkemesine gidenlere iskelede tesbih satarım” düşüncesiyle hanımıyla yola çıktı. Hem geziyor hem vakit geçiriyor eve eli boş gitmiyor küçük torunuhu da harçlıksız koymuyordu. Bir gün iskelede oturup denizi seyrederken yanına bir adam oturdu. Selamdı, hoş beşti derken adama kim olduğunu sorunca oda ‘ben Almancıyım ya sen kimsin” sorusuna “ben SAĞLAMCI MURAT; tesbihçiyim” dedi.
Adam sağlamcı Murat’ın elindeki tesbihleri incelerken “daha iyisi var mı” deyince oda “var ama tanesi yüz lira acaba sen alır mısın” dedi. Cebini koynunu karıştıran adam “para yanımda yok evde vereyim” diyerek bir tesbih beğendi. Adam önde Murat arkada uzun bir yürüyüşten sonra bir çıkmaz sokağa girdiler. Bir eve girip az sonra dönen adam “abi kayınlarım da istiyor” diye üç tesbih daha aldıktan sonra güya evden para alıp geldi. Adamın yanında iki yüz dolar vardı. “Abi benim sana hakkım geçti, sende TL var mı” deyince Sağlamcı Murat “cebimde olan bu kadar” deyip tüm harçlığını adama verdikten sonra helalleşerek ayrıldılar. Cebinde TL kalmayan Sağlamcı Murat “şimdi torun harçlık ister” düşüncesiyle bir döviz bürosuna uğradı. Oradakilerin “amca bunlar sahte” demesiyle soluğu sarrafta alsada neticeyi değiştiremedi. Aklı dank ederken ‘Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olduğunun’ farkına varmıştı. Eve döndüğünde beti benzi kül gibi geçmişti. Soranlara hiçbir şey demeden yerine oturacaktı ki torununun gözlerinin içine bakarak her günkünden istediğinin ancak o zaman farkına vardı. Dedesinin harçlıktan yana hiç oralı olmadığını anlayan çocuk “daha ne duruyorsun dede harçlığımı versene” diye çıkıştı.
O zaman Sağlamcı Murat o küçücük beş ya da altı yaşındaki torununa olanları olduğu gibi anlattı. Biraz soluk aldıktan sonra “anlayacağın dedeni soydular yavrum” dedi.
O gözleri pırıl pırıl parlayan torun “Sağlamcı soyulur mu dede” diye sorunca Murat ağa “Sağlamcı da insan yavrum” diyerek onu kucağına aldı.
Soyadı ‘şaşmaz’ ya yinede doğruluktan şaşmaz o…