Kırşehir’de artık mevsim sonbahar. Yazın sıcak günleri geride kaldı.

Kırşehir’de artık mevsim sonbahar. Yazın sıcak günleri geride kaldı. Kış hazırlıkları başladı. Minik yavrular ilkokula adım attı, gelecek hafta da tüm çocuklarımızı e gençlerimiz okula başlayacak. Hepsine buradan başarılar diliyorum. Aşırı cimri, varyemez babanın tek oğlu idi. Hiçbir eğitim almamış, bulunduğu toplum içerisinde bir şey bilmediği halde, akıllılık taslayarak ukala dümbelekliği yapardı. Sürekli babası çalışmış, kendisi rahatına bakarak yan gelip yatmıştı.
Kötülük yapmak için bir araya gelmiş fesat cemiyetinin arasında ne yapabilirdik ki?
En kötü tarafı, vücut bölgelerine dokunuldukça bir sinir tepkisiyle gıdıklanır, gülmekten bayılacak hale gelirdi.
Yıllarca peşinde koşup da, geçirilmiş bir sevgi olayının kahramanı olan, ilk göz ağrısını düşünüyordu. Bön bakışlı bu göz ağrısı, soğuk damlarda beklemesini sağlamış, hiçbir zaman yüz vermemişti. Vücudunun tamamı rahatsızlanarak sidik zoru hastalığına yakalanmıştı. Rahatsızlık genci vehimlendiriyor, sebepsiz korkulara sevk ediyordu.
Duramıyordu. “Ne yaparım, ne yaparım” diyerek elleri arasında dolaşmaya başladı. Avare, işsiz güçsüz kalmak, içine bir kurt düşürmüştü. İlk göz ağrısı olarak baktığı, hayalinden hiçbir zaman uzaklaştıramadığı kızda, belki işsizliğinin yüzünden meyil vermiyordu.
Kendisini önemli bir kişi göstererek, kabara kabara üzerine gelen arkadaşı genci çok aşağısıydı, "Ulan şu haline bak! İt dirliği yaşamaktan hâlâ usanmadın mı" diyerek kuru gürültü yapıyordu.
Bu hoppa, hafif mizaçlı, delişmen, şımarık arkadaşı acaba doğru mu söylüyor diyerek kalın kafalılık, akılsızlık ve budalalıktan vazgeçmeye karar verdi.
Hokkabaz yamağı gibi soytarılık yapan bu ham humcu arkadaşı, bundan daha mı akıllıydı? Zaten envai türlü işlere bulaşmıştı. Nerede evlenme çağını geçmiş duvak düşkünü kız varsa, onlara karşı gıcırtılı kelam ederek ayartmaya çalışırdı. Bu içinde dokunaklı anlam bulunan, kinayeli sözü, bir türlü hazmedemedi. Utancından boyun kaşıdı.
Bu bir paralık, toplam içerisinde hiçbir saygınlığı olmayan adam, nasıl olurda, böyle bir söz söyleyebilirdi?
Arkadaşının sözleri yetmiyormuş gibi gabavet annesi durmadan gevezelik eder, çoğu zamanda yiyeceğini vermezdi. Bıngıl bıngıl etine dolgun, toplum içerisinde çokta sevilmeyen arkadaşının sözleri genci kamçıladı.
Bağdaş kurmuş bir şekilde otururken, birden fitili attı. Celallendi! Kendi kendine arkadaşına bu sözleri sana yalatmazsam “bıyıklarımı kazıtırım” diyerek büyük yemin etti. Kadınlara karşı hovardaca davranıp, onlara bıyık büken arkadaşına, bir ders vermeliydi. Bu bol ağız yapan, sözü bol çok söyleyen arkadaşının sözleri, çok acı çekerek ciğerlerinin kebap olmasına sebep olmuştu. Hâlâ eli arasında geziniyor, nasıl acı çıkartırım, diyerek fikir yoruyordu. Ara sıra duyduğu sözler için, buram buram terliyordu.
Bir gönül yarası almıştı. İlk göz ağrısı kız yüz vermiyor, delişmen arkadaşının sözleri çok zoruna gidiyordu.
İlçeye gitti. Eski eşya alım-satım yeri olan bitpazarında gezerken, bir çeşit tabura olan “cümbüş” gözüne çarptı. Kendi kendine düşündü, daha önceleri düğünlerde gırnata (klârnet) ile cümbüş çalan adamları çok sevmişti. “Bende çalabilseydim” diyerek cümbüş çalma hayaline yanıyordu. Tereddüt etmeden cümbüşe istenilen parayı vererek aldı.
Pazara götürdüğü kır eşeğinin süslü heybesine özenle yerleştirdi. Köyüne geliyordu.
İpsiz sapsız, azgın teke sendromuna yakalanmış, ip kaçkını birkaç kişi, geriden ellerini şafaklarına koyarak seyrettiler. Adam ve eşek yaklaşıyordu. Üzerine hoğlayıp, bıçkınlık yapmaya başladılar. Gencin sefaleti ile alay ediyorlardı.
- Bizim Omar, ne zaman cümbüş çalar olmuş ?.
Hepsi birden, kah…! Kah…! Kah ! Kih… Kih… Kih! Gülmekten kırılıyorlardı. Gencin evin tek erkek evladı olması, şimdiye kadar yalnız yiyerek yan gelip yatması bu ip kaçkını, baldırı çıplak kişiler üzerinde derin bir iz bırakmıştı. Karşılarına geçmişler ötleğen gibi ses çıkarıyorlardı. Bu belalı insanlara takılmak istemedi. Zaten bulunduğu yeri terk etmek, uzaklaşıp izini kaybettirmek istiyordu.
Takılan insanlar, korkak, yüreksiz, tabansız, diyerek sürekli tahrik ediyorlardı.
Evlerine geldi. İçeri kapanmıştı. Günlerce dışarı çıkmadı. Düğünde seyrettiği adamın cümbüş çalması kendisini çok etkilemişti. Çalıştı. Sesleri çıkarmaya başladı. Evlerinin hemen yanında bulunan komşu çocukları, "Ha bre! Aslanım sen bu işi yaparsın, güzelde çalışıyorsun" diyerek sürekli şakşakçılık yapmaya başladılar. Artık bulunduğu yere duyulmaya başlamıştı. Müzikten hoşlanan kimseler ara sıra gelerek dinliyorlar, sürekli alkış tutuyorlardı.
Cümbüşü iyi öğrenmek için bazı geceler sabahlara kadar hiç uyumazdı. Yaptığı çalışmanın semeresini göreceğini düşünüyordu.
Artık başkaları ile temelsiz boş laf etmeye, safsataya gerek yoktu. Bir sabah ansızın gitmeye karar verdi. Artık kimseyi dinlemiyordu. Babası tüm işlerinin kalacağını, bu kadar malı kendisi için kazandığını söyledi ise de, o gudubet kadının söyledikleri hiç aklından çıkmıyordu.
Hâlâ kulaklarında çınlayan, "Ulan kârsız! Toplumun yüz karası. Ekmek düşmanı" gibi sözler yüzünden baş kahıncı kalmıştı. Annesi de olsa çekemezdi. İlk göz ağrısı kızın da işsizliği karşısında fingirdeyip, kırıtkanlık yaptığını asla unutmamıştı. Gidecek, çok para kazanacak, onlara dersi verecekti. Artık baba malı yemek istemiyordu.
Kıldan dokunmuş körüklü pantolonunu bacağına çekti. Üzerine bir camadan ve elden dikilmiş gömlek giydi. Canım köstekli saatte olmalıydı! Onu da yeleğin cebine koymayı ihmal etmedi. Ta yağarnından beri getirdiği poşuyu karın bölgesinden geçirerek iyice bağladı. Gittiği yerde hoş görünmeliydi.
Nedendir bilinmez, pantolon biraz bol geliyordu. O cakasını bozabilirdi. Bitpazarından aldığı cümbüşü temiz bir bezin içerisine koyarak süslü heybenin yanına bağladı.
Gidişini gören birkaç çanak yalayıcısı, şakşakçılık yaparak gayrete getiriyorlardı. Belki de döndüğü zaman gülmekten kırılacaklardı. Şakşakçıların pohpohladığı genç, kendisine bir tavır takındı. Yürüyüşü değişti.
O endam, boy pos. Ayakkabıların topuklarına basıyor, tek tek, gerile gerile yürüyordu. Breh… Breh… Breh…Köy, köy gezecek, cümbüş çalacak, kazandığı paraları cebellezi edecekti. Para yerine verilen tahıl ürünlerini de süslü heybeye koyacak, onları da satarak parasına para katacaktı.Gittiği yerde masallarda geçen korkunç mahluka benzen bir adamın, evine vardı. Çüüüş, diyerek eşeğini durdurdu.
Misafir olmak istediğini söyledi. Adamın göbelez zağarı, çan çan ederek etrafında fır dönüyor, içeriye gelmesinden memnun olmuyordu. Adamın avlusunda kocaman bir davar sürüsü vardı. Adam, kocaman bir meydan sinisinin üzerine hamur ve etten yapılan çullama denilen bir yemekle, kurutulmuş hamur parçalarından yapılmış tereyağlı erişteyi koymuş tek başına tıkınarak yiyordu. Adam, cümbüş çalacak adamı sofraya bile davet etmemişti. Yumuşak huylu eşi her ne kadar sofraya oturmasını söyledi ise de, adamın burnundan dumanlar çıkıyor, yemeklere nasıl kaşık atacağını bilemiyordu.
Adam bilincini yitirinceye kadar yedi… Yedi… Ağzının şapırtısı, dişlerinin şakırtısı, nerede ise komşularında duyuluyordu. Izbandut gibi iri yarı, ensesi pek kalın olan adam, yediği yemeklerin üzerine kocaman bir tasa doldurulmuş, koyun yoğurdundan mamul ayranı soluk almadan içti. Gözlerinin üzeri çok da etli idi. Adamın döşenerek yemek yemesi karşısında aşırı şaşırarak parmak ısırdı. Adam hâlâ buram buram terliyordu. Yeme hususunda iyice anaçlaşmış, kartlaşmıştı. Biraz çöplenmek istese de sofrada hiçbir şey kalmamıştı. Çatlayasıya kadar yediği yemekten sonra toplumun hiç de hoşuna gitmeyen bir şekilde midesinde biriken gazları geğirmeye başladı. Sığışması azalmıştı. Uzayıp giden, bir türlü sonuçlanmayan yemek sevdası sona erdi. Alnının terini güzelce silen adamın gözünün önü açılmıştı. Karşısında bir tavuk gibi pusmuş genci gördü. Cümbüş çalacak adamın isteklerini dinledi. “Alın terlemeden kazanmak böyle mi oluyor” diyerek cümbüş çalacak adamı aşağısıdı. Sürekli ağız yarıyordu.
Cümbüş çalacak adamın ümitleri tükeniyordu. Şaşkın bakkala dönmüştü. Hesabını şaşırmış, cümbüş sevdasına düşmüştü. Adamdan yüz bulamamıştı. Yağarnına aldığı cümbüşle dışarı çıktı. Hane sahibinin şirret eşi, gence ağız dolusu konuşarak çabuk uzaklaşmasını istiyordu. Anaforcu, emeksiz kazanç peşinde koşan adam durumuna düşmüştü. Eşeğini de alarak uzaklaşan genç, kuytu bir yere vardığında dövünüyor, başını yumrukluyordu. O cafcaflı sözler söyleyen kişiler geldiği yerde kalmıştı. Bildiğinden şaşmadı. Bu işi başarmalıydı.
Köy, köy gezdi. Bir tesadüf olacak ki, eğlenceyi çok seven bir toplumun içerisine vardı. Orada bir düğün yapılıyordu. Ellerine tef almış birkaç kadın kulaktan dolma türküleri öğrenmişler söylüyorlar, bazı gençler ise ellerine taktıkları çalpara zillerle ölesiye oynuyorlardı.
Eşeğini bir direğe bağladı. Biraz avurt sattıktan sonra, bitpazarından aldığı cümbüşü kucağına çekti. Teklif bile gelmemişti. Sesi duyan bütün oynayanlar o tarafa bakıyorlardı. Taaccüp ettiler. Nereden çıkmıştı bu adam?.. Herkes karın bölgelerini oynatarak göbek atmaya başladı. Oynadılar… Oynadılar… Bahşişler gırla gidiyordu. Cümbüşün akordu var mı, yok mu bilinmez müziğin sesine ayak uyduran adamlar kendilerinden geçmişlerdi. Peş peşe düğün vardı.
İçlerinden iyice kaşarlanmış bir adamın iştahı kabardı. Cümbüş çalan adamı kuytu bir yere çekerek avantasını almak istiyordu. Verilmezse kendi gibi birkaç sapı silik adam elinden kazandığı bütün paraları alacaktı.
Adam boyun kesti. İşin kolayını bulmuştu. İstediğini yiyor, istediği gibi eğlendiriyor, artık sabahlamasına ve çalışmasına gerek kalmıyordu.
Oradaki insanlar arasında yarı anlaşılmaz sözlerle homurdanmalar başladı. Kimdi bu adam? Buranın haracını nasıl yerdi? Şimdiye kadar kazandıkları paraları cümbüş çalan adama kaptırmışlardı.
Bir ay peş peşe çalınan düğünlerde etek dolusu para kazandı. Bu çulsuz gelip, kısa zamanda bol para kazanan adamın çaldığı müzik, kabak tadı vermeye başlamıştı. İyi çalsa da kazandığı parayı hazmedemiyorlardı.
Oradaki adamlar öküz altında buzağı aramaya başladılar. Bu postu serip uzun süre kalan adama gözdağı vermek istiyorlardı. Soyulmuşlardı. Artık adam da çalınması istenen türküleri söylemiyor, mırın kırın ediyordu. Ummadığı bir başarı karşısında ne oldum delisi olmuştu.
Birbirleri ile meşveretleşen köyün gençleri, cümbüş çalan adam, çalmaya ve söylemeye başladığında sözü ağzında bıraktılar. Müziği bitirmeye fırsat vermediler.
Göz kızgınlığı ile davranışlarını kontrol edemeyecek şekilde aşırı öfkelenen gençler adamın üzerine çullandılar. Gözleri ak yuvarlak gözükecek şekilde öfkeye kapılan gençler elindeki bütün parasını alarak eşek üzerindeki heybeyi sırtına sarıp cümbüşünü kucağına vererek gönderdiler. Baba evine perişan düşen genç alnı terlemeden para kazanılamayacağını şimdi anlamıştı.