Kırşehir’de çocukken ilkokul kaçıncı sınıftaydık, hatırlamıyorum. Öğretmenimiz Ali Varol “Mutlu musunuz çocuklar” diye sormuştu. Çocuktuk, okuldaydık, mutluyduk. Ardından “Mutluluk nedir” diye sormuştu. Mutluluk neydi gerçekten şu yalan dünyada?
O yaşlarda mutluluk oyun oynamaktı, oynadığı oyunda kazanan olmaktı. Çok “enek”, çok “saka” sahibi olmaktı. Belki limon büyüklüğündeki “singer top” ardında gün boyu koşmaktı. “Singer top” yerine gerçek bir futbol topuna sahip olmaktı. İyi bir “tornet” sahibi olup bütün gün yeni yapılmış “Kayseri asfaltı” üzerinde kaymaktı… “Yenice” sigarasının kartonlarından yaptığımız iskambil kağıtlarıyla “papaz kaçtı” oynamaktı belki de..?
Belki komşunun “hışırım” gibi yığılı kayısılarını çağla iken tüketmekti. Zirai Donatımın bahçesindeki dut ağacına tırmanıp dut yerken uzayda seyahat hayalleri kurmaktı. Salih (Gönül) ağabeyin yaptığı iyi bir sapandı belki veya söğüt dalından yaptığı iyi öten bir düdük. Meryem halanın, mangalın közünde pişirdiği kahvenin kokusuydu. 
Mutluluk Elif (Yıldırımer) teyzenin bizlere paylaştırdığı sıcacık tereyağlı çöreklerin damaklarımızda bıraktığı tattı. Kuyubaşı’nda Sebahat (Bahçeci) teyzenin dürdüğü yufkanın içindeki çökelek, ceviz, iğneleriyle yaşama tutunduğum Nazire (Çetin) halamın büktüğü etli mantıydı. Annemin tepsi tepsi yaptığı şerbeti yeni dökülmüş “sarığıburma, koca karı gerdanı, kırıştırma”lardan aşırmak, kurban etiyle yaptığı “söğürme” için sıraya girmekti. 
Muzaffer (Boyar) amcanın kamyonunun kasasına tüm mahalleliyle birlikte doluşup Karakurt Kaplıcası’na babaannemin kucağında yunmaya gitmekti. İkizarası’nda çimmek, Üçgöz’de “Hıdırellez”, Değirmenderesi’nde okul pikniğiydi. Bazen eşek sırtında amcamın terkisinde, çoğu zaman yayan yapıldak Karabacak’a, amcamın (atalarımın) bağına gitmekti. Kıraç’ta bağ bozumunda çalışmak, babaannemin bağındaki asırlık dutun altındaki “üzüm havtı”nda üzüm ezmek, Vasfiye ablamla, kevgirle balık avlamak, Kılıçözü’nün üstüne atılmış tek kavağın üzerinden dolu bir testiyle karşıdan karşıya geçmeyi başarmaktı.  
Diz boyu karda okula gitmek bile mutluluktu, okul dönüşü tahta okul çantasının üzerine oturup yokuş aşağı kaymak da… Sobanın yanındaki pencerenin içine oturup fokurdayan ıhlamur demliğini dinlerken cama yapışan kar tanelerinin benzerlerini bulmaya çalışmaktı. Soğuktan it gibi titrerken üşüyen ellerimize “hohlama”nın verdiği sıcaklıktı. Kör lambanın zor aydınlattığı ayazın jilet gibi kestiği sokakta babamın kuzeni Nafiz Bayındır ve Mehmet (Çetin) enişteyle “tel tel çekmesi”ydi. Kilerde hevenklere dizilmiş üzümleri tanelemekti.
Baharda yanı başımızdaki evlerin toprak damlarında yeşeren papatyaları toplamaktı. Sahurda, babaannemin bizleri “Ramazanda zemzem akar” diye meraklandırdığı Emine Kadın Çeşmesi’nden testi, testi su taşımaktı mutluluk. Dedemin kardeşi Şevki (Akdoğan) dedemden savaş anıları dinleyip babamdan nasihat ve hayat dersi almaktı.
Lale Cami’sinin müdavimlerini izleyip, taklitlerini yapmak, Sırrı hocayı kızdırmak, şadırvanında su döğüşüyle ıslanmaktı. Caminin arka duvarına yaslanmış Türedilerin ceviz ağacından ceviz toplamaktı. Melik Gazi Türbesinin içinde köşe kapmaca, Sülükçüler konağının merdiven basamaklarında dama, Kale Ortaokulu’nun toprak zeminli basket sahasında futbol topuyla basket oynayabilmekti. Mutluluk Deniz’in (Kalaycıoğlu) başangılıklarının ardından gitmekti. 
Mutluluk pazarda su satıp, kamyonlardan kavun, karpuz indirmekle harçlığını çıkarabilmekti. Alın teriyle kazanılmış ilk parayı babaanneme verdiğimde duyduğum hazdı. Nizamettin dayımın yaptığı ilk uçurtma, verdiği ilk topaç, Mahmut eniştenin Kore’den getirdiği oyuncak tabancaydı.  
Çocukluğumun yalan dünyasında mutluluk; fakir hanelerden fışkıran gönül zenginliğiydi. Varsılın yoksula önünü iliklemesiydi. Var olanı paylaşabilmekti. Orta yolda buluşabilmekti. Kibri, böbürlenmeyi kapı arkasında bırakabilmekti. 
“Mutluluk” demişti öğretmenim Ali Varol “halinden memnun, geleceğinden emin olmaktır.” Kırşehir’de elektriği olmayan, suyu mahalle çeşmesinden gelen, toprak damlı, iki katlı, cumbalı bir evde doğmuştum. Alt katında ahır, samanlık, kiler ve mabeyn bulunan babaannem ve iki oğlunun aileleriyle yaşadığı bir evde. Geriye dönüp baktığımda tüm yokluklara, tüm geri kalmışlıklara, tüm eksikliklere karşın halimizden memnun bir çocukluk geçirdik. Geleceğe dair endişelerimiz vardı ama çalışarak, okuyarak bir yerlere gelebileceğimizin somut örnekleri önümüzdeydi. Gelecekten emindik.
Ülkemizi “25 sente muhtaç” hale getirdiler diye yıllar boyu eleştirdiğimiz iktidarların beni ve çağdaşlarımı eğitimsiz, işsiz, aşsız, umutsuz bırakmadıklarını, hepimizi bir şekilde sosyal güvenceye kavuşturduklarını yaşadıklarıma ve etrafıma bakıp söyleyebiliyorum.
 Bugüne bakınca Ali Varol öğretmenimin “mutluluk” tanımını bir kere daha okuyun ve siz yanıtlayın; 
-“Mutlu musunuz”?