Bugün zaman zaman yapmış olduğum gibi biraz eskilere, çocukluk yıllarıma gitmek,  Kırşehir Aşıkpaşa Mahallesi Özbağ Sokak’ta geçen çocukluk yıllarımdan ve Kırşehir’den bahsederek özlem gidermek istiyorum.  
Ne güzeldi doğup, büyüdüğüm ve çocukluğumun geçtiği Aşıkpaşa Mahallesi, Özbağ sokağı ve Kırşehir. Yıllar öncesine dönüp baktığımızda Kırşehir’de ağaçların ve çiçeklerin dikilip, ekildiği bahçeli müstakil evler vardı, apartman sayası parmak gösterilecek kadar az olduğu gibi apartmanda oturmakta ayrı bir zenginlik göstergesi idi. 
Tek katlı müstakil evlerin olduğu dönemlerde  Kırşehir’de aynı mahallede veya sokakta yaşayan insanlar evlerine gidip gelirlerken birbirlerini görürler, selamlaşırlar, hal hatır sorarak sohbet ederlerdi. Sokağın  büyükleri komşularının çocuklarını kendi çocukları gibi görür, hataları olduğu zaman kulaklarını çekerler ve bir iki  tokat atarlardı. Hatta komşular evlerinde hazırladıkları yemekleri birbirlerine ikram ederler veya bir komşunun evine getirerek beraber yerlerdi. Komşular dertli olanların derdine deva, hasta olanlara da şifa bulmak için gayret ederlerdi. Kimse kimsenin kötülüğünü istemez, kimse kimseye kötü gözle bakmaz, büyükler ve hasta olanlar ziyaret edilir, mahallede bulunan yoksul aileler gözetilir, herkes elinden geldiğince yardım yapardı. 
Ülkemizde ve ilimizde Belediye hizmetlerinin bu kadar akıcı olmadığı ve tek katlı evlerin olduğu dönemlerde her iş devletten ve belediyeden beklenmez mutlaka sokak sakinleri sabahleyin evlerinin önünü önce sular sonra da süpürürlerdi. Her sabah sulanarak süpürülen mahalleler buram, buram kokardı. Çöplerini belirli bir alana koyarlar. Çöp kamyonu toplama saatinde oradan çöpleri alırdı. Sigara içen sayısı bu kadar yoğun olmadığı için yerlerde izmaritler olmazdı. Sigara içenler izmaritleri atacak uygun bir alan bulana kadar ellerinden atmazlardı. Sokağımızın bayanlarında sigara içen sayısı yok denecek kadar azdı. Bayanlar bırakın sokakta sigara içmeyi, kendi evinin içerisinde dahi rahat içemezdi. Ya kendisini bir büyüğünün görmesinden veya küçük bir çocuğun görüp büyüklerine söylemesinden korkardı. Küçük yaştaki erkekler zaten sigara içemezdi, içtikleri takdirde bırakın anne ve babasını başka bir komşusu gördüğü takdirde komşusundan tarafından kulağından tutularak evine getirilir birde babasından tokat yerdi. Bu nedenle çok sayıda insan içtiği sigarayı büyüğünden saklamak için ceketinin cebine atarak ceketinin yanmasına sebep olmuştur. 
Sokağımıza yeni gelecek olan birileri sokak sakinlerinin izini olmadan o sokağa giremezdi. Adı sokakta kötü bir olaya karışmış bir komşunun sokak sakinlerinin bir araya gelerek sokaktan gitmesi sağlanırdı. Sokakta yaşayan komşulardan birinin derdi hepsinin derdi idi. Komşuların dertleri birlikte çözülür, fakir fukara gözetilir, cenazelerde bu gün olduğu gibi cenaze sahibi büyük acı içerisindeyken kıymalı pide yaptırmak, ayran dağıtmak gibi saçma bir durum olmadığı gibi o dönemlerde komşular cenaze evine yemek getirirdi. Sokak sakinleri her yönden güvende olduğunu bildiğinden bir yere giderken evinin anahtarını komşusuna teslim ederdi. Bu gün olduğu gibi akşamları uyurken kapısının arkasına yaptırdığı üç, beş tane kilit ile kapısını kitleme gereği duymazdı. 
Kış ayları için alınan odun ve kömürler imece usulü yardımlaşarak hep birlikte taşınırdı. O dönemler de bahçelerde kaynatılan salça ve pekmezler ile piştiği zaman etrafa çok güzel koku saçan tandırda yapılan yufka ekmekler yardımlaşarak yapılırdı. Kışın yağan kar nedeniyle evlerinin önü kapanan vatandaşlar belediyeden yardım beklemez aksine kendilerinin geçebilecekleri kadar yol açılırdı. 
Kısaca o dönemlerde Kırşehir’de mahalle ve sokak sakinleri arasında geçmişten gelen geleneksel bir doku vardı. Vatandaşlar her işi devletten ve belediyelerden beklemez kendi işini kendisi görür, mahallesine ve sokağına sahip çıkar, o dönemin şartlarında belediyelerin yaptığı hizmetlerin kendisi için yapıldığı bilinciyle hareket ederek yapılan hizmetleri korur, çevresine zarar vermez, zarar verenleri de uyarırdı. 
Yukarıda yazdığım konular Osmanlı Devleti döneminde de uygulanmıştır. Osmanlı’da bir mahalleye veya sokağa yerleşebilmek için mahalle ve sokak sakinlerinden izin alınırdı.  Sokağında suç işleyenlere cezayı yine sokak sakinleri verirdi. 
Suçlu aile gerekiyorsa sokaktan çıkartılırdı. Sokaklarda taşların bile bir özelliği vardı. Yoksul ailelere yardım yapmak için “Sadaka Taşı” diye bir taş sokağın uygun bir yerine konur, bu taşın içerisine yardımlar atılır ihtiyaç sahibi de burada biriken paradan ihtiyacı kadarını alarak ihtiyacını giderirdi. 
Oysa günümüzde tek katlı evlerin tamamen yok olduğu, çok katlı apartmanların çoğaldığı dönemlerde yaşıyoruz. Çok katlı binaların yükselmesiyle birlikte kültürel değerlerimizden örf, adet ve geleneklerimizden tamamen koptuk, komşu komşusunu tanımıyor, aynı binada oturduğunu bilmiyor, kapıdan girişlerde selam vermiyor, bırakın komşusunun derdini ve hastalığını cenazesinden haberi olmuyor, Apartmanlar da ortak yapılması gereken giderlere katılmıyor, kendisi için bir şey yapılması gerekiyorsa çalmadık kapı bırakmıyor, Artık günümüzde sadece bencillik ön planda tutulmaktadır. Tek katlı evler zamanının tam tersi bir durumda komşu komşuya güvenmiyor, evinin anahtarını bırakamıyor, kapısının ön ve arka tarafına yaptırdığı üç-beş kilidi kilitlemeden her hangi bir yere gidemiyor. Çünkü günümüzde hırsızın açamadığı kapı ilanlarını görüyoruz. Geldiğimiz nokta içler acısı bir durum olup, kent kültüründen, estetiğinden, planlı yapılaşmadan ve sağlıklı nesilden yoksun sokak, mahalle ve kent üretmekteyiz. 
Maalesef bilinçsizce yapılan, adabına ve usulüne uygun olarak kullanılmayan apartmanlar eğitimden ve kültürden yoksun insanlar sayesinde yaşanmaz duruma gelinmiştir. Her apartmanda  “Duvar dibi veya kahve köşeleri üniversitelerini“ bitirmiş her konuda ve alanda uzman olan uyanıklar, çokbilmişler olup bu kategoriye ait insanlar her işi kendilerine yonmaktadırlar. 
Tek katlı müstakil evlerin olduğu günlerdeki gibi saygı, sevgi ve güven ortamı kalmamıştır. Oturduğumuz mahalle ve sokağa yaşadığımız kente karşı olan sorumluluklarımızdan haberimiz olmadığı gibi tabiri yerindeyse doğup, büyüdüğüm Özbağ sokağından ve Kırşehir’den eser kalmadı.