Değerli okurlarım; dün Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Kırşehir’e gelişinin 99. yıldönümüydü.
Böyle bir günde Ulu Önderimizi bir kez daha rahmet ve şükranla anarken, Kırşehirli büyük üstad, yazar Cevat Hakkı Tarım’ın kaleminden 24 Aralık 1919’u sizlerle paylaşmak istedim.
İşte Cevat Hakkı Tarım’ın kaleminden Atatürk ve 24 Aralık 1919…
“Hey’et-i Temsilîye Reisi Mustafa Kemal’in Erzurum ve Sivas kongrelerinde tesbit ve teyit edilen Misak-ı Millî’nin hükümlerini tatbik etmek azim ve karariyle sine-i millette bir ferd-i millet olarak millî harekâtın merkez ve kalbgâhı olan Ankara’ya seferleri esnasında bir gece de Kırşehir’de kalacakları haberi memleket içinde yayılır yayılmaz 24 Aralık 1919 sabahı yedisinden yetmişine kadar halk O’nun nurlu yüzünü bir an önce görmek için atlar, arabalarla, bulamayanlar yaya olarak Mucur ilçesi istikametine doğru yollara dökülmüşlerdi.
“Kasabada mevcut okulların öğretmen ve öğrencileri Kayseri şosesi üzerinde bulunan Yenice Mahalle’nin münasip bir noktasında saf saf dizilmişler, sabırsızlık ve heyecan içinde bekliyorlardı. Ben o zaman ortaokul tarih-coğrafya ve jimnastik öğretmeni idim.
“Kuşluğa doğru ağır ağır ilerleyen bir otomobil... Yanlarından ve ardından koşuşan atlılar... Evlerin pencerelerine asılmış ay-yıldızlı bayrakları arasından uzanan başlar... Alkış... ‘Yaşa, var ol!’ sesleri ufukları çınlatıyor. Ana-baba günü... Mahşerî bir an...
“Kalabalığı görünce otomobil duruyor. İçinden inen Mustafa Kemal ve arkadaşları bize doğru yaklaşıyorlar. Sevinç ve neş’e içinde kıvıl kıvıl kaynaşan, yerlerinde duramayan yavrular ‘Babamız! Kurtarıcımız!’ diye avaz avaz bağırıyorlar. O da çocuklar gibi gülüyor, neş’eleniyor. Birer birer ellerimizi sıktıktan sonra ‘Teşekkür ederim arkadaşlar, zahmet etmişsiniz!’ sözleriyle iltifatta bulunuyorlar.
“O ulvî sahne... O mütevazı, mütebessim, vakur insan... Başındaki o heybetli kalpak... Sırtındaki o yakası kürklü gocuk... İnsanın içine bir yıldız gibi sağan mavi gözler... Altın saçların çerçevelediği azimli ve mânalı yüz... Dimdik yürüyüş... Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir Alparslan asalet ve azameti ile hâlâ yükselir hayalimde...
“Gençler Derneği’nde muhterem misafirlerimiz için bir çay ziyafeti tertiplemiştik.
“Mevsim kış, ortalık karlarla örtülü olmasına rağmen baharı andıran güzel ve ılık bir hava vardı. Gümüş çağıltılarla akan Kılıçözü Çayı’nın karşısındaki Gençler Derneği’nin önü vatandaşlarla dolmuş, her taraf bayraklarla donatılmıştı.
“İkindiye doğru Mustafa Kemal ve arkadaşları, hükûmet erkânı ve kasabanın ileri gelenleri gözüktüler. Ağır ağır geliyorlar. Yolunda el ve gönül bağlayanları güler yüzle selâmlayarak binaya giriyorlar, yerlerini alıyorlar.
“Kırşehir’in bilgili ihtiyarı Kocaağaoğlu Hakkı Efendi büyük kurtarıcının karşısında sanki gözleri ışıktan kamaşmış gibi başını eğmiş, ellerini kavuşturmuş, hürmetle oturuyor. Derin ve lâhutî bir sessizlik...
“Dernek üyelerinden bir arkadaşın misafirleri selâmlayan ve ‘Hoş geldiniz’ diyen cümlelerinden sonra bu sessizlik birden canlanıyor. Sohbetler başlıyor. Çaylar içiliyor.
“Bu sırada ben günlerden beri itina ile hazırladığım nutkumu büyük kurtarıcıdan müsaade alarak heyecanla okumağa başlıyorum. Doktor Refik Saydam’ın yanındaki Mazhar Müfit Bey’in kulağına eğilerek ‘Ne kadar şairâne okuyor!’ sözlerini oturdukları kanepenin arkasında bulunan Yusuf Selçuk haber verdiği zaman ne kadar sevinmiştim.
“Gözlerim puslana puslana okuduğum nutkumu bitirince ayağa kalkan o büyük insan hâlâ gür ve tatlı sesinin âhengi kulaklarımda yaşayan hitabelerini irada başlıyorlar:
Milletimiz teşkilât fikrini henüz zihnine sokmamıştır. Ekseriya bunu hükûmete terk eder. Bu milletimizin öteden beri ihtiyar ettiği bir ahlâktır. Büyüklerine hürmet iyi bir ahlâktır. Fakat zaman, hâdisât ve tecarüp gösterdi ki bizâtihi milletin mütehassis ve mütefekkir olması lâzım. Her ne şekil ve vasıfta olursa olsun âhara terk etmemek lâzımdır, ederse bugünkü netice hâsıl olur.
Nazarımızı tarihe çevirecek olursak millet derece-i hâkimiyetinden aşağı doğru inmeğe başlamıştır. Fakat düşününüz, milletimizin her ferdi mütefekkir ve mütehassis bir tarzda yetiştirilmiş olsaydı muhakkak bu hale gelmeyecekti. Memleketin ve milletin idaresini deruhde etmiş olanlar tertibâdâtında hata etmiş olur, fakat bütün bu hataların netice-i müellimesinden bütün millet mutazarrır olmuştur.
Mütarekeyi müteakip milletimiz, teessüfle söylenir, mukadderatının müsamahakârı bir halde bulunuyor, mevcudiyetimizi imhaya hâhişker olan düşmanlar acı darbeler indiriyorlar, memleketimiz parçalanmağa namzed bulunuyordu. Şayan-ı teşekkürdür ki bazı ahvâl hâiz-i kıymet olan milletimizi teyakkuz ve intibaha getirdi. Yer yer efrad-ı milletimiz yekdiğerini aramağa, bulmağa başladı. Bunun neticesi olarak teşkilât meydana geldi. Devletimizin istiklâlini mahvetmeğe çalışan ecânib milletimizde böyle bir ruhun tecelli edeceğini intizar etmiyorlardı. Burada yaşayan insanları hissiz mahlûkattan ibaret zannediyorlardı. ‘Böyle bir milletin hakk-ı bekası olamaz!’ kararlarını ittihazda bir millet mevcudiyeti nazar-ı dikkate alınmadı, milletimizin hâdisât ve darabât neticesi olarak yer yer taazzuv etmesine ehemmiyet vermemişlerdir. Bu ehemmiyet verilmeyen parçaların müdafaa etmek istedikleri ve verdikleri karar ve bütün milletin kabul etmek istediği nokta-i esasî Kuva-yı Millîye’nin âmil, irade-i millîyenin hâkim olmasıdır.
Ve bu teşkilâtın ruhu budur. Bu maksatla teşkilâtı teşmile başladığı zaman ecânib nazar-ı dikkatini Türkiye’ye çevirmeğe başladı, mahiyet-i aslîyesine inanamadı; muhtelif memurlar, heyetler gönderdiler; bizde bir hiss-i hayat keşif ve onu yakından temas ile tetkike başladılar. Ve binnetice anladılar ki miskin bir millet değildir; altıyüz sene ve daha evvelden beri hâkimiyetini ispat etmiş, efendilik yapmış bir millet onların tasavvur ettiği esir bir millet değildir. Binaenaleyh ecânib tamamen kani olmalıdır ki Türkiye ve Türkiye’de yaşayan millet başlı başına bütün cihan milletleri içinde müessir mevcudiyete mâliktir, bu izâle edilemez.
Elhamdülillah, devletimiz ve milletimizin istiklâli mevzuubahs olmaktan çok uzaklaşmıştır, istiklâlimize her suretle hürmet edilmesi tahakkuk etmiştir. Bu bizim için kâfi değildir, bu maksad ve gayemizi temin edemez; maddeten takarrürünü görmek mecburiyetindeyiz. Tamamen mutmain olmak, âtideki küşayiş ve temeddünü bihakkın temin edilmek için vatan sahibi olarak görüşmeliyiz.
Müstakil yaşamak için feyizli vatanın teminine muhtacız. Çizdiğimiz bir hudut vardır. Bu hududu ecânibin elinde bırakamayacağız. Emniyetimiz çok kavidir.
Bu teşkilât henüz bir şekilden ibarettir. Bugün yarın bir şekl-i hendesî gibi bakamayız; buna ruh verebilmek içinde her ferd-i milletimizin dimağını inkişaf ettirmek, hey’et-i umumiyenin mukadderatına vuku bulacak taaruz ve tecavüzden kendilerini muhafaza edebilmek için teşkilâta müttehiden tevessül etmek lâzımdır.
Vahdet-i vatana ait fikirlerimiz kısa oluyor. Diğer vatandaşlarımıza vuku bulacak zarardan müteessir olmuyoruz. Bütün millet bir vücud gibi bir hale getirilmelidir. Her millette olduğu gibi bizde de bir işe müteşebbisler başlar. En son ferde ve yukarıya doğru sirâyet ettirilir. Az zamanda matlûp vechile istikamet-i hakikîyeye sevk edebilmek için münevverler daha çok vazifedârdır. Münevverlerin vazifeleri gayet büyüktür.
Hiçbir millet yoktur ki ahlâk esasatına istinat etmeden tefeyyüz etsin. Münevverlerimiz vatan ve millet fikirlerini vermekle beraber rakîp milletlere karşı muhafaza-i mevcudiyet için lâzım olan hususatı temin ederlerse vazifelerini daha vâsi surette ifa etmiş olurlar.
“Atatürk’ün hitabeleri içten tezahüratlar ve alkışlarla sona erdikten sonra dernek başkanı Mustafa Hilmi (Nural) arkadaşımız derneğin nizamnamesini kıymetli misafirimize sundular. İnceden inceye tetkik ve mütalaa buyurdular. İade ederlerken ‘Millî hedef ve gayelerimizin bu eserde tesbit ve bifiil tatbik edilmekte olduğunu görmekle bahtiyarım’ sözleriyle iltifatlarda bulundular. Derneğin hâtıra defterine el yazılarıyla yazdıkları ve arkadaşlarına da imza ettirdikleri
Kırşehir gençlerinin vatanımızda gençliğin kıymetli bir enmuzeci olduklarını isbat edecek efkârı-ı metine ve musibe ile mütehalli bulundukları kanaatıyla va’z-ı imza eyleriz. 24 Kânunuevvel 1335
Mustafa Kemal, Hüseyin Rauf, Mazhar Müfit, Ahmet Rüstem, Hakkı Behiç
“Vecizesinde Kırşehir gençlerinin şahsında bütün Türk gençliğine karşı asîl kalplerinde taşıdıkları sevgi ve güvenlerini bir defa daha tesbit ve teyid buyurdular.
“Heyet için Kuşdilli Mahallesi’nde Kılıçözü Çayı’nın güzel panoramasına nâzır, sonradan bir ara Erkek Sanat Okulu olan Çopur Said oğlu Mustafa Bey’in evi hazırlanmıştı.
“Şimdi birçoğu memleketin dört bucağında en mütevazı mesleklerde en yüksek mevki ve mertebelerde vazifelerini ifa etmekte olan masum yavruların mini mini ellerinde taşıdıkları fenerlerin titrek ışıkları gecenin karanlıklarını yara yara konağın önüne geldiği vakit Mustafa Kemal ve arkadaşları balkona çıkmışlar, ortaokul müdürü Ömer Aydın (Genç)’ın heyecanlı nutuklarına cevap veren Mustafa Kemal ilk defa Kırşehir’de “Bu milletin içinden çıkan bir Kemal:
Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini Yok imiş kurtaracak baht-ı kara mâderini
demiş. Gene bu milletin bağrından çıkan bir Kemal de diyor ki:
Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini Bulunur kurtaracak baht-ı kara mâderini
beyiti ile konuşmasını bitirmişlerdi.
“Ertesi sabah büyük kurtarıcı zafer ve uğur dilekleriyle elleri göklere açılan sevgili milletinin alkış ve sevinç gözyaşları arasında Ankara’ya müteveccihen yollarına devam etmişlerdi.”