Kırşehir’de havalar soğumaya başladı. Sobalar tüttü, doğalgazlar yandı.

Kırşehir’de havalar soğumaya başladı. Sobalar tüttü, doğalgazlar yandı. Biz de artık hanımla birlikte şehir merkezindeki evimize dönüş hazırlığımıza koyulduk.
Aylardır şehrin toz ve toprak yığınından uzakta geçen günlerimize yeniden kavuşacağız!
Tabi alt yapı çalışmaları Kırşehir için önemli, bu işlerin de yapılması gerekiyor. Keşke yapılırken bir plan dâhilinde yapılsaydı.
Neyse bu konuyu daha sonra ki bir yazımda değerlendireceğimi belirterek Türk toplumu olarak neden çabuk aldandığımıza değinmek istiyorum.
Türk toplumunda idarecilere itimat etmek ve güvenmek bir gelenektir. Aynı zamanda kim iktidara gelirse gelsin devletine ve hükümetine yeri geldiği zaman canı pahasına sahip çıkar. 15 Temlmuz’da olduğu gibi.
Fakat bu gelenek ve itimat bin sekiz yüzün ikinci yarısından sonra yitirilmeye başladı. Cumhuriyet döneminde yeni heyecan yaratan ve yok olmaya başlayan itimat ve güven Atatürk’ün çabaları ve ısrarla toplumun yiten güvenini tekrar kazanmayı başarmıştı.
1950´li yıllardan sonra tecrübesiz ve sadece kendi çıkarları uğruna oturdukları rahat koltukları yitirme kaygısı, toplumun bazı değerleriyle beraber, hariciyede de başarısızlıkların ve kaosların başlangıcı oldu.
İkinci Dünya harbini az bir hasarla atlatan Türkiye harbiden sonra egemen güçlerin ve emperyalist devletlerin kıskacına girdi. Rusya’nın toprak talebiyle boğazlardan hak iddia etmesi ve batılı ülkelerin parçalanacak bir Türkiye’de pay kapma hevesleri, Türkiye’nin istenen tavizleri kısmen vermesiyle bu istek ve arzuları, Türkiye’de gözü olan ülkeler tarafında zamana yayıldı.
Ekonomik ilerlemesini değişik taktiklerle engellemeye çalışan Avrupalılar aynı Osmanlılar zamanında yaptıklarını, Cumhuriyet döneminde de devam ettirdiler, terör belası. Bütün Avrupa ülkelerinde destek gören terör guruplarının faaliyetlerini, hariciyenin holdingleşen temsilcileri sadece seyrettiler. Bilgisiz ve tecrübesiz iltimasla kadroya alınan dayılıların yeri haline getirilen hariciye (Yakın zamana kadar ve halada öyledir) sadece pasaport ticaretiyle uğraşmaktan olan ve bitenden bihaber güya görev yapmaktadır. Avrupa devletlerinin ortak olduğu ve Türkiye’yi Pazar olarak gördükleri anlayış hiç değişmemiş ve de değişmeyecek.
Avrupalıların davranış ve icraatlarını, Türkiye’nin dışarda gözü kulağı olan hariciyenin iyi takip etmesi gerekirdi, maalesef olmadı ve de olmuyor. Türkiye’ye ihraç ettikleri ve destekledikleri örgütleri ya iyi takip edemediler ya da bulundukları ülkelere iyi anlatamadılar. Zaten anlatılmada bir netice alınamayacağı aşikârdır.
Ortak pazarın ortakları, Türkiye’yi yıllarca oyalamalarını bazı cesaretsiz ve iç siyasette show yapan politikacıların hataları, fakir olan ve gittikçe fakirleşen toplumun sırtına yüklendi. Avrupalıların dayatması ile aleyhimize isleyen anlaşmaları imzaladıklarında başarıymış gibi iç siyaset Show’u olarak meydanlarda halkı bir beklenti içerisine soktular. Tahsilli ve işsiz gençler hep Avrupa’ya kapağı atmayı hayal ettiler, hala de edenler var. Kısıtlı ve perişan bütçeyi har vurup harman savurarak lüks harcamalara yatırdılar. Tabi bu arada çeyiz eşyalarının ve güya ebeveyninde kalan miraslarının üzerine ekleme yaptılar. Devletin işletmeye açtığı üretim tesislerini zarar ediyor diye ve hatta ulusal sayılacak markaları patentiyle yabancı sermayeye teslim ettiler. Adına da globalleşiyoruz diye meydanlarda hava attılar. Özelleştirme furyasına, devlet için hayati önem taşıyan tesisleri adeta peşkeş çektiler ve geldiğimiz durum ortada. Geçmiş politikacıların masaya vurduğu yumrukların sesini sadece masaya vuran ve yalaka gazeteciler duydu. Türkiye’yi kendi sınırları içerisine hapsetmek isteyerek ve hatta sınırları daha da daraltarak cendereye sokmak isteyen ülkelere karşı dik duran Recep Tayyip Erdoğan’ı görünce karşılarında, taktik değiştirmeyi bırakarak açıktan tehdide başvurmaya başladılar.
Türkiye gelecek zaman içerisinde tarafını tayin etmek zorundadır. Yurtta sulh, cihanda sulh belki söylendiği zamanda geçerliydi, fakat zamanla bu anlayış özelliğini yitirmişe benziyor. Savaşın ne kadar acımasız ve nasıl acılar bıraktığını hepimiz görüyor ve yaşıyoruz. Fakat gerektiği zamanda savaşılmalı. Bağımsızlığı olmayan ülkenin dini de olmaz sözü de dinlenmez. Bağımsız ve hür olmak kuvvetli ve donanımlı bir ordu gerektirir. Türk ulusu vatanını ve devletini namusundan daha ileri tutar. Bir İngiliz casus hatıralarında, Türklerin vatanına, dinine ve namusuna dokunulmadığı müddetçe her konuda anlaşılabilir fakat işin içine namus, din ve vatan girince düşünmeden canını feda eder. Kıbrıs harekâtında Allah Allah diye merminin önüne koşan bir milletle savaşılmaz demiş. Her zaman öyledir çok doğru söylemiş.