Kışın son ayında, baharın ucu gözükünce Almanya’dan kalkıp, geldiğim memleketim Kırşehir’de kışa girince hanımla birlikte yine tası tarağı toplayıp, yine gurbet ellerin yolunu tuttuk. Almanya’nın havası Kırşehir’deki havaya hiç benzemiyor tabi.

Kışın son ayında, baharın ucu gözükünce Almanya’dan kalkıp, geldiğim memleketim Kırşehir’de kışa girince hanımla birlikte yine tası tarağı toplayıp, yine gurbet ellerin yolunu tuttuk. Almanya’nın havası Kırşehir’deki havaya hiç benzemiyor tabi. Ama ne yaparsın ki çocuklar ve hanım bizi götürüyor, kışı orada geçireceğiz mecburen.
Kırşehir’de yaşadığım süre içinde memleketimde olup bitenlere kafa yordum, yetkililere ulaşmaya ve dilimin döndüğünce gördüğüm yanlışlar karşısında uyarılarda bulundum, güzel çalışmaları yapanları da destekledim.
Bahçemdeki ağaçlarda doğru dürüst meyve alamasak ta, ceviz çırptık, kaval yaptık, ellerimiz karardı. Ama şükür ki ceviz ağacından düşüp bir yerlerimizi kırmadık. Bizim için bir meşgale oldu, temiz hava, bol gıda aldım memleketim Kırşehir’de…
Kendime yabancı olan ve gittikçe de yabancılaşıp benden uzaklaşan aklım, kendini garantiye aldığını zannettiği için bir türlü mekânına dönmüyor.
Bazen akıl oturağına geri döneceği niyeti, aniden ortaya çıkan ve ne söylediği belli olmayan siyasetçiler yüzünden, hatta bu şahıslar devlet idaresinde görevli yani şikâyet merci olmasına rağmen, kendini bana şikâyet ediyorsa, aklımla aramı devamlı açık tutuyor. Böyle olunca da ben ve benim gibi olanlar, şaşkın ördek misali susuz ummanda kulaç atıp ilerlediğini zannediyor. Yani cambaza bak kumpasından bir türlü kurtulamıyoruz.
Esasında problem kendini marifetli addeden siyasetçilerin zırt pırt kameraların önünde yalan yanlış beyanat vermesinden tiksinen halk, artık doğruyu öğrenme merakından vazgeçmiş ve benim durumuma düşmüş vaziyette.
Kendini benim her şeyimden sorumlu zanneden sayın büyüklerim, büyüklüğünün güven verici bir icraatı olmadığı için, kendisine olan güven ve itimadımı bir türlü sağlayamadı.
Rahmetli mizah yazarımız Aziz Nesin’e hak vermemek elden değil. “Beni mizah yazarı halk yaptı, böyle bir toplumun içerisinde yetişip mizahçı olmamak biraz ayıp olur “demişti.
Buyurun bakalım mizaha.
Ağlayan çocuk çehreli sayın eski siyasetçi ve uzun zaman iktidar olarak görev yapan bakanımız Bülent Arınç beyin bir televizyon programında söyledikleri, dinleyenleri şoke etti.
Sayın eski Bakanın ve bakıp da bir türlü göremeyenin sözüne ne demeli?
“Seksen milyonluk Türkiye’de hoca efendiye inanmayan sekiz kişi çıkar!” demiş. Bu sekiz kişinin biri de benim herhalde.
Büyüklerimiz “Amerika artık YPG ve PKK’ya silah vermeyecek! Amerika Başkanı söz verdi” diye defalarca beyanat verdiler ve aynı teraneyi tekrarlarken, okyanus ötesinden bir açıklama geldi, “Başkan öyle demedi, vermesek iyi olurdu!” dedi.
Bir gün aradan sonra yüz araçlık silah ve mühimmatla, yeni müttefikini takviye etti!
Allah aşkına biz kime inanacağız, kim doğru söylüyor?
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Başka ve hayretle bakakaldığımız enteresan olay. Bir zamanlar türbanın kanunen yasak olduğu (şimdi yasak kalktı da tartışmada bitti çok şükür) zamanlarda Meclise zorla sokulan ve dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in şiddetle karşı çıktığı skandal derecesindeki olay, kadının meclisi terk etmesiyle kapanmıştı.
O kadını Meclise sokan başka bir kadın yazar şimdi FETÖ’cülükten tutuklu. O türbanlı kadın aynı zamanda Amerikan vatandaşı ve bu kadın büyükelçiliğe atanıyor.
Peki, bu neyin turşusu?
Bir de Amerikan vatandaşı olan (bazı savunucular çifte vatandaşlığı var diyor) kadın kimliği almadan nasıl bir yemin etti, bilen var mı?
Bu nasıl Fetö mücadelesi?
Sonra çok önemli bir konu, büyükelçiliğe atanan kadın Türkiye’de yaşamıyor ki!..
Lütfen benim aklımı fazla sallamayın, zaten yeteri kadar aptallaştım, daha fazla hırpalamayım. Yeni elçimiz Amerikan vatandaşı kadını bizzat ben bir kaç sefer Frankfurt’ta görmüştüm.
Bunları yazarken 1978 yılında yaşadığım bir olay aklıma geldi, okuyucularıma anlattığımda şimdiye kadar Türkiye’de fazla bir şeyin değişmediği yorumunu kendilerine bırakayım.
Almanya’nın Darmstadt yakınlarında bir köyde inşaat firması faaliyet gösteriyor ve çalışanlarında yüzde 90’ı Türk ve bunların da yüzde 80’i Kayserili hemşerilerimdi.
O zamanlar Almanlar fazla çocuğu olanları kabul etmiyorlardı. Zannedersem sayı üçle sınırlıydı. Kayserili hemşerilerim içinde bir Hasan Ağa vardı ve çok şeker bir adamdı, ölmüş, Allah rahmet etsin.
Hasan Ağanın altı çocuğu varmış, üçünün kayıttan silinmesi lazımmış Almanya´ya işçi olarak gelebilmesi için!
Hasan Ağa küçüklerden üçünü nüfus kaydında sildirmiş, üç çocukla Almanya’ya gelmiş. Almanlar fazla çocuk parası vermemek için her halde böyle bir yol izliyorlardı. Hasan Ağanın şefiyle benimde aram iyi, kendisi Macar kökenli ve Türkçe öğrenmek istiyordu. O zamanlarda fazla Almanca bilip de meramını anlatabilen çok azdı.
Firmada Türkleri ilgilendiren bir konu olunca beni çağırır bir nevi onlara tercümanlık ederdim. Hasan Ağa bana bir zamanlar çocuklarının olduğunu ve onları sildirdiğini, fakat tekrar geri diriltmek istediğini anlatmıştı ve yardım istemişti. Bu türlü mevzuları bilmediğimi ve “nasıl öldürdüysen, öyle de dirilt” demiştim.
Hasan ağanın şefi Hermann bir gün telefon etti Cumartesi beni kahve içmeye beklediğini söyledi. Büroya girdiğimde masanın üzerinde Hasan Ağanın kâğıtlarını gördüm. Aile toplum kâğıdı deniyor ve sadece kayıtlı olunan nüfus dairelerinden alınıyordu.
Hasan Ağa altı ay önce izine gidince bir çocuk kayıt ettirmiş, esasında çocuğun doğumu Hasan Ağanın izninin arasında altı veya yedi ay var ki, doğumun dokuz ay olarak hesaplandığında bir çelişki olduğu açıkça meydanda.
Son gittiği izinde de bir çocuk daha kayıt ettirmiş onun arasında da altı ay var. Kahveler geldi içerken Hasan ağayı da çağırdı, bana dönerek “Avşar Türkiye’de kadınlar kaç ayda doğum yaparlar?” dedi. Ben köfteyi çaktım, “Şef normal olarak dokuz ayda olur, fakat toprak kuvvetli olur havalarda iyi giderse birkaç ay erken olabilir” deyince, adam gülmekten yerlere yattı ve gülme faslı bitince, “bak Hasan Ağaya söyle çocukların doğum tarihinin arasını dokuz on aya bari çıkarsın, bu işler Türkiye’de oluyor, Almanya’da imkânsız ve aynı zamanda cezası da var” diyerek hem bir hoşgörü sergiledi ve hem de Hasan Ağanın cezalı duruma düşmesini önledi.
Bana da unutamayacağım bir tatlı hatıra bıraktı.
Bunu Kırşehir’de sizlere niçin aktardım?
Aradan uzun zaman geçmesine rağmen Türkiye’de değişen bir şey olmamış ve her şeyi de çabuk unutur hale gelmişiz. Burası Türkiye her an her şey olabilir!..