"Kırıldığını belli etmeyen insanları üzmeyin. Çünkü onlar sizi kaybetmemek için susar.

"Kırıldığını belli etmeyen insanları üzmeyin. Çünkü onlar sizi kaybetmemek için susar. Aptal oldukları için değil."
Kırşehir’de hava buz, ortalık toz duman…
Cennet ülkemde son aylarda giderek tırmanışa geçen terör olaylarıyla sarsılıyor, moralimiz bozuluyor. Ama ne yaparsın ki ülkemizin içindeki ve dışındaki hainler bu güzel ülkemi bölüp parçalamak için ellerinden geleni ardına koymuyorlar.
Her gün şehit haberleri, bombalı saldırılar, cinayetler canımızı sıkıyor.
Bu olaylar artık insanımızın sabır taşlarını zorluyor. Ama bu hainler şunu bilmeli ki hiçbir zamlan ülkemi bölüp parçalayacaklar ve kirli emellerine ulaşamayacaklardır.
Evet dedim ya Kırşehir’de hava bugünlerde eksilerde. Soğuk mu soğuk, ayaz mı ayaz. Tabi dört mevsimi yaşayan Kırşehirliler kış mevsiminin de tadını çıkarıyorlar. Ama şu terör örgütleri, hainleri, ülkemin ve milletimin huzurunu bozmak ve canını sıkmak için her türlü hünerlerini ortaya koyuyorlar.
Ama bu büyük milletin sabrının taştığının farkında değiller. Bu millet öyle bir millet ki yedi düvele karşı dik durmuş, namusunu ve onurunu korumayı bilmiş ve bugünkü ülkemi korumak için de üzerine düşen her türlü görev ve sorumluluğu yapmıştır. Bundan sonra da yeri geldiğinde bu hainlere karşı dik duruşunu, Türk Milleti’nin gücünü gösterecek bu iç ve dış düşmanlara haddini bildirecektir.
Haddini bildirmek dedim de bununla ilgili bir hikâyeyle yazıma devam edeyim.
Nedenini ben de bilmiyorum, ama güreş sporuna ayrı bir düşkünlüğüm vardır. Gençlik yıllarımda güreş sporunu çok sever, kendi kendime heveslenirdim. Hala da çok sevdiğim spor dalları arasındadır. Çocukluktan delikanlılık çağına geçiyor, gençliğin verdiği hızla mıdır, nedir, kafamda kavak yelleri esiyordu. Kendimde bir takım vahametler, büyüklük ve herkesi küçük görme belirtileri ortaya çıkmaya başlamıştı. Hayalimde bütün gençleri alt edeceğim sanır, iki dakikada işlerini bitirirdim. İçimdeki güreş heyecanı beni bir türlü yerimde durdurmuyor, kendime devamlı güreşecek rakip arıyordum.
Daha kimse ile de bir güreş yapmamıştım. Ama kendimi her an güreşecek güçte hissediyordum. Oysaki beslenme durumumuz, hiç de bu sporu yapmaya elverişli değildi. Sabahları annemin türlü güçlükler çekerek hazırladığı bir tarhana çorbası, öğle üzeri ekşi pekmezden yapılmış bir tas şerbet ve turşu, akşam mönüsü ise tereyağsız bulgur pilavı idi. Ayrıca istemediğin kadar yufka ekmek... Bunlarla iyi beslenmiştim! Beslenme neticesinde kendime göre gücüm kuvvetim oldukça yerinde idi.
Bulunduğumuz yerlerde çayırlık alan yoktu. Zaten güreş minderi hiç olmazdı. Ahırdaki hayvanların dışkılarının atıldığı yere "Temek" derler, bu dışkılar kuruduğu zaman kaldırılarak, soba ve tandır denilen yerlerde yakacak olarak kullanılırdı.
''Temek'' denilen yer bizim güreş alanımızdı. Gençlere ve çocuklara orada güreş yaptırırlar, güreşen gençlerin yumuşak gübrelerin üzerinde sakatlanmayacakları sanılırdı. İçimdeki güreş heyecanını dindiremiyordum. Yine güreş sevdam tutmuştu. Hava oldukça soğuk, burnumuzdan çıkan nefes soğuktan buhar halini alıyordu. Buna rağmen güreşmeliydim.
"Temek" denilen yere yağmur yağmış, üzerindeki gübreler ıslanmış, gübreden çıkan sular şıra rengini almıştı. Bahar günüydü. Temek kenarında gezinirken, "işte sana bir pehlivan" dedim. Temek üzerinde köyün gençlerinden birisi. Ama gözüme çok ufak görünmüş, güreşçi olarak benimsememiştim. Daha doğrusu küçümsüyordum. Nasıl olurda benim klasımda bir güreşçi olurdu? Temek üzerinde rakip bekleyen genç, bakımlı, iyi beslenmiş, her tarafı taş gibi. Adaleleri oldukça güçlü, ense ve boynunu her kumpas zor ölçerdi.
Gözlerinin üzeri dahi etlenmiş, yanakları kırmızı kırmızı duruyordu. Göbek denilen bir şey yok. Hani sicim gibi idi. Bense, düzensiz beslenmeden olsa gerek, yağ bağlamış, biraz da göbek bırakmıştım.

Cazgıra benzer birisi bağırmaya başladı:
- Kim çıkacak bu pehlivanın karşısına!

İşte beklediğim, özlemini duyduğum an ve kendimi gösterme zamanı gelmişti. Yerimde duramıyordum. Sanki evvelden kalmış bir intikamım var gibi, kendimi temeğin ortasına attım.
Hayda bre pehlivan!
Kısa bir peşrev yaptık. Karşılıklı öpüşmeler ve başarı dilemeler... Halk dilinde "talaz" derler, o mu geldi, araba mı çarptı anlayamadım. Adam bana çift daldı, havalandırdı. Yere çarpmak üzere. Çarpsa belki de iç kanamadan ömrümü genç yaşta tamamlamış olurdum. Acımış olmalı ki kravat oyunu ile çevirdi. Dolanarak iki bacağımdan tutup, el arabası şeklinde sürümeye başladı. Burnum, ağzım temek dediğimiz gübreli yere gömülmüş, ileri doğru sürülüyordum. İşi fazla uzatmadı. Yine de daha evvel acıdığı pozisyonu bozarak beni sırt üzeri yere çarptı. Sırt üzeri kalmak onun için yetmiyordu. Ezmeye başlamıştı.
Kömür karası gözlerimin rengi kaybolmuş, sadece ak bir şekilde görülüyordu. Boyun kısmıma doğru ılık ılık bir şeyler aktığını hisseder gibi oldum. Yere vurulmanın tesiri ile sabah mönüsünde içtiğim çorbanın döküldüğünü gördüm. Rakibim bir türlü öfkesini alamamıştı. Ezdikçe eziyordu... Kalkmam imkânsızdı. 3-5 arkadaş ayaklarından zorla çekerek üzerimden rakibi aldılar. Bilemiyorum, neden öfkelenmişti? Adamın bıyıkları dikleşmiş, gözleri göz çukurundan dışarı çıkacak gibi duruyordu. Bıraksalar daha ezebilirdi.
Yerden kalkacak oldum, kalkamadım. Omuzlarım mı çıkmıştı acaba? Belimde bir sakatlık mı oluşmuştu? Anlayamadım bir türlü. Ağız ve burnumun kenarında kan lekeleri vardı. Üzerimde bulunan elbiseler, temek denilen yerde iyice ıslanmış, gübrelere sıvanmıştı. Seyirciler arasında bulunan iki merhametli arkadaş kollarıma girerek, evimize götürdüler. Evdeki büyüklerimden aldığım tenkidin haddi hesabı yoktu. Ancak benim başım dönüyor, midemde bir bulantı...
Gözlerimin önü kararıyor, düşecek gibi oluyordum. Ezikliği veya kırık yeri, tedavi ettirmeye ortopedi uzmanına götürmeye kimin parası vardı ki... Orada kırık-çıkık işlerine bakan bir kişi, kaburgalarımın ezildiğini, bazı kemiklerimde incinmeler olduğunu söyledi. Halime çok da üzüldü.
Tedavi şekline başladılar. Ezilen yerlere onların deyimi ile şişe çekilmeliydi. Biraz da beziryağı sürülürse geçecekti. Tedaviyi günlerce uyguladılar. Ezikler ve çatlaklar geçer gibi oldu, içimdeki eziklik ve burukluk hiçbir zaman geçmedi. Güreş müsabakalarını seyrederken hep o acı hatıralarımı anımsar büyük hüzün duyarım. Yine de bir güreş hastasıyım.
"EI elden üstündür" atasözünü geç öğrendiğim için başıma bu hadiseler geldi. Bu atasözünü içimize iyi sindirelim. Kendimizde vahametler ve büyüklükler hissi görmeyelim. Mağlubiyetin de bir sonuç olacağını bilelim. Her yarışta rakibi küçük gördüğümüz zaman sırtımız yerden kalkmaz. Netice de; "Bir kazma al bir kürek, mezarımı kaz gayri" türküsünü hazin hazin dinlemek zorunda kalmaz.
Güç cebimizdeki para ile kuvvet de düzenli beslenme ile olur. Tedbiri elden bırakmayıp, bilmediğimiz gücümüzü hiçbir zaman başkaları karşısında sınamaya kalkmayalım. Böyle hazin sonlar hepimizin başına gelebilir. Her zaman duaları m sizin için. Aman sırtınız yere gelmesin.