1913 yılında doğduğu Yağmurlu Büyükoba köyünden başlayan 3 Aralık 1984 yılında Kırşehir’in Bağbaşı Mahallesi’ndeki gecekondu fakirhanesinde son bulan 71 yıllık yaşamı sefil, sefalet, sıkıntı,içerisinde diyar diyar göçerek gezgin bir Abdal olarak yaşayan bozlakların babası Muharrem Usta sazı, sözü, mızrabı ile adeta Asya’daki ecdat müzik kültürünü Anadolu’ya taşıyan seslerden birisidir ama Muharrem Usta’nın kader çizgisi hep tersliklerle kesişmiş kendi tabiriyle gariplik ta doğuştan alın yazısı olmuş.
1938 yılının soğuk bir güz gününde bir taş plak firması Muharrem Usta’yı İstanbul’a götürüp türkülerini plak yaptıracaktı ama. 10 Kasım 1938’de Büyük Önder Atatürk vefat edince bu haberin duyulması ile plak okutulmadan geri gönderilir.
Yağmurlu’dan Kırtıllar Köyü’ne göçer. Orada evlilik engeli çıkar önüne Hacı Taşan’ın babası “Sen Hacı Taşan’a saz öğretirsen Döne ile evlenirsin” derler. Bu şartı kabul eder ve bir yuva kurar oradan İbikli köyüne göçer. Orada Neşet’in annesi Döne doğum esnasında vefat eder. Yine sıkıntılar bir birini kovalamaya başlar. Oradan da Yozgat’ın Kırık Soku köyüne göçer. Orada Arzu hanım ile evlenerek yine bir yuva kurduk derken ikinci cihan harbi başlar ve Muharrem Usta’yı askere alırlar. Buhranlı yıllarda bu savaş bütün dünyayla beraber ülkemizi de Muharrem Ustayı’ da etkiler.
Bu bir alın yazısı ve nasiptir. Doğuştan başlar ve öyle devam eder. Sesi, sazı, sözü ile bir deha olan usta ömür boyu yokluk sefalet içinde olmuştur. Bu bir imtihandır hiç isyan etmemiş sabır ve şükretmesini bilip yaşamına devam etmiştir.
Şayet maddiyat ve şöhret sevdasına kapılsa idi Muharrem Ertaş ve o zincirin halkası olan Neşet Ertaş olmazdı. Bir gün Neşet Ertaş’a TV programında sordular. Niye bu kadar eserin olan türkülerinden telif hakkı almadın? Rahmetli tek cümle ile “Haksızdan hak talep edilmez ki zaten vermiyor ki adli takipte bizim işimiz değil. Allah büyüktür çok şükür geçinip gidiyoruz’’ cevap verir.
Bu bir abdallık terbiyesidir. Bunlar hakka, hukuka saygılı devletine ülkesine bağlı kimseyi incitmeyen bir gönül insanıdır. Bir türküsündeki dörtlükte adeta kendisini anlatıyor:
BAŞIMDA ALTIN TACIM
HEM SUSUZUM HEM ACIM
VERİN BENİM YARİMİ
GERİSİ ANAM BACIM
1960’lı yıllarda çocukluğumda tanıdım Muharrem Ustayı. Eşek ile köylere düğün çalmaya gelirlerdi. Eşeği, sazı ve kekliği vardı. Ömrünün son zamanlarında kadim dostum Geycekli Hüsamettin Ekim’le sık sık ziyaret ederdik. Yaşlanmıştı yaşlılığın verdiği rahatsızlıkları vardı ama bizi evinin kapısında karşılar “merhaba dostlarım, hanem sizindir” diye sazı ve yanık sesi ile o türküyle başlardı.
Hele Avşar Bozlağını söyleyince adeta gençleşirdi. Yine bir gün evindeki bir ziyarette Hüsamettin Ekim, “Üstat bir sıkıntın var mı?” diye sordu. Sıkıntılı olduğu her halinden belli idi. “Yok gara müdürüm, kömürümü ve odunumu sizler gönderiyorsunuz. Siz gibi dostların ziyaretleri beni mutlu ediyor. Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin. Çok şükür geçinip gidiyoruz. Bu halimize de çok şükür” deyince ben çok duygulandım.
Hüsamettin bey o zaman Sanayi ve Teknoloji Müdürü idi. Yine bir gün Sanayi ve Teknoloji Müdürlüğü’ne Hüsamettin beyin yanına varmıştım. O dönem mazot, kömür karne ile alınıyordu kapıda uzunca sıra olmuşlar herkes fiş alacak Muharrem Usta’da sırada bekliyor kömür fişi alacakmış kapı acılınca Hüsamettin bey Muharrem Usta’yı görerek dışarı çıktı elinden tuttu ve odacısına “Bu adamı niye sırada bekletiyorsun? Sen içeri gel” diye koluna girdi. Muharrem Usta “Hayır olmaz. Sıradakilerine ayıp olur müdürüm, sıramı bekleyim” diyor.
Hüsamettin Bey “Senin sırada beklemen bizim ayıbımız, lütfen” diyerek içeri aldı. “Senin buraya gelmen bizim ayıbımız, senin kömürün kapınıza dökülür” diyerek belediyeden araba isteyip kömürünü göndermişti.
MİSAFİRE KARŞI GÜLEÇTİ YÜZÜN
BİZİ KARŞILARKEN O GÜNKÜ SÖZÜN
MERHABA DOSTLARIM HANEMDE SİZİN
DİYE BİZE HÜRMET ETTİN MUHARREM
Yine bir ziyaretimizde çocuklarından bahsetti özellikle Neşet Ertaş’dan bahsederken derin bir of çekti sazı eline aldı. “Küsmedim Neşedim, Kahrettim Sana” türküsünü söyledi ve ekledi: “Allah işini gücünü rast getirsin sık sık Bekdikli Kadir Ağanın bakkalına telefon açar Kadir Ağada Allah razı olsun çocuklarını gönderir ben gelip konuşurum beş yüz marktan aşağı para salmaz ama yarısını kendimden daha düşkünlere veriyorum kalan parada bana yetmiyor.”
Kendisi yaşlı, hanımı rahatsız üç tanede küçük çocuğu vardı yanında. Ama o paylaşmasını bilen bir insandı ve sanki vedalaşır gibi hanımını çağırdı “Arzı buraya gel. Ben ölünce sazımı gara müdürüme verin” diye söylemişti ve vefatından sonra Hüsamattin Ekim’e sordum “Baz ne oldu?” diye. Ustanın oğlu Cemal’in sazı başkasına sattığını ve Neşet Ertaş’ın da sazı geri satın aldığını söyledi. Ben de bir dörtlük söylemiştim:
SAĞ İKEN EL SÜRMEK KİMİN HADDİNE
EMANET ETMEDİN KENDİ CEDDİNE
SAZI VERİN DEDİN HÜSAMETTİN’E
SEN ÖLÜNCE CEMAL SATMIŞ MUHARREM
Gönül insanları maddiyatı ve şöhreti insan sevgisi ve karakterin gerisine alırlar. Onlar için insan ve doğa sevgisi öne çıkar. Hak ve halk aşıkları yaşarken pek fark edilmezler. Öldükten sonra fark edilir aranır, araştırılır, adını anma geceleri yapılır, sempozyum ve paneller düzenlenir, heykelleri dikilir, caddelere , salonlara isimleri verilir, bunların hakkında derleme ve tez düzenlenir, üniversitelerde öğrenciye konu olur.
Bu dünyada sefil sefalet içinde yaşarken ölünce zirveye çıkarlar. Zaten onlar şöhretten rahatsız olurlar. Günümüzde bunun örnekleri vardır. Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Karacaoğlan, Aşık Sait, Aşık Hasan, Aşık Veysel, Neşet Ertaş ve baba Muharrem Ertaş da bunlardan birisi.
Sefil sefalet içinde yaşadı ama öldükten sonra iadeyi itibar yapıldı. Şehrin iki yerine heykeli dikildi. Hem de emektar eşeği ile. Eski Valilik konutunda saydığımız ozanların hepsine köşe verildi. Ahi Evran Üniversitesi’ndeki salona Muharrem Ertaş adı verilerek ölümsüzleştirildi. Mekanın Cennet olsun usta…
MUHARREM ERTAŞ'A
O SÖYLERDİ BOZLAKLARIN HASINI
AÇAR İDİ GULAKLARIN PASINI
AYDOSD DİYEN İNCE YANIK SESİNİ
DOSTLARIN DUYMAYA GELDİ MUHARREM
NEŞEDİNE ÖĞRETMENDİ PEDERİ
HİÇ BİTMEDİ GAMI İLE KEDERİ
PERİŞANLIK OZANLARIN KADERİ
DERİN DERYALARA DALDI MUHARREM
BAĞBAŞINDA MAHALLENİNN KENARI
ORDAN AKAR TÜRKÜLERİN PINARI
BOZLAĞIN BABASI ULU ÇINARI
DERTLİ UZUN HAVA ÇALDI MUHARREM
DERTLİ İDİ DEŞMEYİN BU YARAYI
YOKDU ZATEN KÖŞKÜ İLE SARAYI
FAKİR İDİ BULAMAZDI PARAYI
ISSIZ VİRANEDE GALDI MUHARREM
GARİBİN ELİNDEN KİMSE TUTMADI
BU DÜNYADA ZEVKİ SEFA TATMADI
NEŞET HAŞLIK SALDI AMA YETMEDİ
YOKSULLUK İÇİNDE ÖLDÜ MUHARREM
EŞEK İLE KÖY KÖY GEZİP DOLAŞDI
OZANLIĞIN ZİRVESİNE ULAŞDI
BU DÜNYADA ZORLUKLARLA DALAŞTI
YAŞARKEN PERİŞAN OLDU MUHARREM
İBRAHİM DER DOLDURMADIN DESDİNİ
DOSTLARINA SERDİN GÖNÜL POSTUNU
KIRŞEHİR DİKDİ YA SENİN BÜSTÜNÜ
ÖLÜNCE KIYMETİNİ BİLDİ MUHARREM
Bu yazmış olduğum öykü ve şiir Muharrem Ertaş ile beraber olduğumuz günlerdeki bire bir görüşmelerimizdeki anılarımı yazmaya çalıştım. Beni derinden etkileyen ustanın sık sık kullandığı bir söz vardı. O sözün değerini şimdi daha iyi anladım. “Allah devletimize ve milletimize zeval vermesin’’ diye haline şükreder dua ederdi.
Sınır komşularımızdaki iç savaş ve göç dalgasını görünce ne kadar haklı olduğunu anladım. Hak ve halk aşıklarının geleceği kalp gözüyle gördüklerine bir kere daha şahit oldum. Devlet olmayınca milletin olmadığı kanaati inancıyla saygılarımla.
Muhabir: TE Bilişim





