Yaşam anadan doğmak ile başlar. Kimi zaman engebeli, kimi zaman düz olur insan hayatı…
Hani derler ya adın kader olacağına kaderin kader olsun.
Tertemiz doğarsın hayattan bir haber saf berrak su tertemiz hava gibi. Fakat yaşam standardın, ailen, etrafındaki insanlar senin gelecekte nasıl bir yaşam elde etmene bire bir etkili olur.
Sen bu etkenlerden istesen de, istemesen de hayatına yaşamına yön veren çizgiden kurtulamazsın.
Ağzı süt kokan, konuşmayı yeni öğrenen çocuğa sorarsın, “sen büyüyünce ne olacaksın?” O sana cevap verir, kendisini en çok etkileyen küçücük beyninde oluşturduğu hayatla, şaşırırsınız verdiği cevap karşısında.
“Bu çocuk nereden bunu aklına koydu?” diye…
Onun hayata bakışı, saf temiz berrak olduğundan içinden geldiği gibi cevap vermiştir size… Kaypaklık yoktur, onun hayatında riya, iki yüzlülük, çıkar peşinde koşmak asla bilmediği bir yaşamdır.
Senin gizlediğin, açığa çıkmamasını istediğin bir konu onun saf dünyasında olmadığından gördüğünü, anladığını ona sorduğunda olduğu gibi cevap verir, gizlemek saklamak yoktur, onun hayatında…
Keşke hep çocuk kalsaydık deriz dertlendiğimizde, özlem duyduğumuzda…
Fakat hayatın gerçeği yakamızı bırakmaz, büyüdükçe nefsimizin kölesi olmaya, hak etmediğimiz yaşama doğru koşmak arzusu depreşir içimizde…
Hele de lüks yaşam, hele de yağlı-ballı hayat ben iyi olayım, diğer insanlar ne olursa olsun, onlara iki çift yağlı ballı laf söyleriz. Onun hayali ile onlar oyalanırlarken, ben burada alacağımı alırım düşüncesi içimizi sarar…
Dünyaya bir bakın yanan, yakılan, sömürüye uğrayan, üzerlerine bomba atılan her zaman toprak altı zenginliği olan satılmış idarecilerin olduğu ülkeler ve perişan olan bu ülkelerin halkı bu insanlar zülüm altında inlerken, bu zülüm üzerinden sürülen zevki sefalar…
İnsanız doğduğumuza inandıysak, öleceğimize de inanmak zorundayız.
Tarih boyunca yaşamlardan alacağımız o kadar dersler var ki, yeter ki görmek isteyelim, yeter ki ders çıkarmak isteyelim.
Bizim ülkemiz diğer ülkelere benzemez. Çünkü toprağımızın her karışında şehit kanı vardır, gazilerimizin kaybettikleri vücut parçaları vardır. Ana, baba, eş, çocuklarının gözyaşları, duaları vardır.
Bu ülke imkânını kim kendi çıkar ve menfaatine kullanıyor ise ALLAH BELASINI versin. Vatan savunmasında kalleşce pusularda öldürülen vatan evlatlarının gazilerimizin vebali onları yakacak. Bilsinler “Devlet benimdir” diyenindir.
Devlet makamına atanarak, seçilerek oturup ahkam kesmek, makamları baba malı gibi kullanmak kimsenin hakkı değildir, olamaz da…
Bizler bu ülkenin evlatlarıyız. Vatan borcu ödemiş, çalışarak alın teri vererek kazandığımız paralarla, vergimizi vermiş, aile geçindiren insanlarız. Biz ÜLKEMİZİ seviyoruz ve bedel ödüyoruz.
Şimdi bu ülkeye sığınan, ülkem imkânlarından yararlanırken benim vatandaşımın üzerindeymiş gibi davranışlarda bulunmak ve bunlara bu hakkı vermek bizlere yapılan en büyük yanlıştır. Bunların bir çoğu ülkeme ihanet etmede imtina etmeyecekleri aşikar bir şekilde ortada. Bu ihanet neden görmezden gelinir, anlamakta güçlük çekiyorum.
Seçilerek ülke idaresine talip olanlar, atanarak makam sahibi olanlar, sizler seksen milyonluk ülkem insanının vebalini taşıyorsunuz. Attığınız her adımda, yaptığınız her icraatta bu insanların vebali var.
Akşam evine götüreceği ekmeği, geleceğinde, yaşlılıkta, hastalıkta sigortalılığını düşünmek zorunda olan insanımız olduğunu unutmamalıyız.
Bu ülkenin üretmeye, çalışmaya ihtiyacı var.
Ne yazık ki her işimiz riyakârlık oldu. Kul hakkı boynumuzda kolye gibi duruyor. “Müslümanız” deyip her türlü entrikayı çevirmede imtina etmiyoruz.
Kapalı, kapılar ardında yaptığımız haksızlıkları kimse bilmez görmez derken ALLAH’ın gördüğünü ve bildiğini unuttuk. İki kişinin bildiğinin sır olduğunu zannediyoruz. Devlet malını har vurup harman savuruyoruz.
Bu ülkede 1923 yılında CUMHURİYET ilan edildi, ardından yokluk içerisindeki onlarca fabrikalar kuruldu. Tarımda kendi kendimize yeterken, bizler üretmeden hazır yiyen millet olduk. Ne olduysa özenti ile gösterişle riyakârlıkla bu milletin bozulmasına katkı sağladık. Devlet kurumlarında liyakati sildik. Siyaseti ön plana getirdik. Seçerken kim genel başkana ve idaresine yakın onlara görev verdik.
İşte KIRŞEHİR… Etrafınıza bir bakın, yazdıklarım senaryo gibi önümüzde duruyor. Bizler iyi ya da kötü bu yazdıklarımı okuyoruz. Nasıl yaşar isek öyle de yönetiliriz, lafı karşımızda ayna gibi duruyor.
Kırşehir’de üretmeden, alnı terlemeden, yiyip içip gezen, sırtını devlete dayayan nice insanları görürsünüz. Bu nereye kadar gider böyle?
Bugün ülkemiz ekonomik bir sıkıntı içinde. İnsanlar kıvranıyor, geçim şartları zorlaşıyor, çalışmadan, üretmeden bu sıkıntılardan nasıl kurutuluruz hiç düşünen var mı?
Çalışacağız, üreteceği ve hep birlikte paylaşacağız. Üretmeyip, iğneden ipliğe her şeyi dışarıdan getirirsek, nasıl gelişip kalkınacağız?
Gösteriş ve şovla, şatavatlı yaşantı ile borç batağına saplanacağımız ortada iken, daha neden bu yanlışlardan ısrar ediyoruz, anlamakta güçlük çekiyorum.
Biz o kadar zengin bir ülke değiliz, tasarruf edip, yatırıma yöneleceğiz, insanları tembelleştirmek yerine, herkesi çalışmaya, üretmeye teşvik edeceğiz.
Çok çalışarak, dürüst çalışarak, ülkemizi ve geleceğimizi düşünerek hareket etmek hepimizin görevi olmalı. Harama uzanmadan, helal kazançla yaşamımızı idame ettirmek sorundayız.
Lütfen kendimizin ölümlü olduğunu unutmadan saf tertemiz hislerimizi nefsimize uydurmadan, hareket etmeyi kendimize şiar edinelim.
Bizler asil MİLLET evlatlarıyız. Müslüman olmakla da doğruluğa ant içmişiz. Yaptığımız her işte vebal olduğunu unutmadan, aslımıza dönerek hareket edip, içimizdeki şeytani düşünceli insanları yok edelim.
Yaşadığımız hayatın bizim hayatımız olduğunu, bunun her saniyesine sorgu vereceğimizi unutmayalım.