Bizi Büyütmenin Yalnızlığı Bir evlat gözüyle, bir toplum eleştirisi…

Annelerimizin, babalarımızın yıllarca bize adadığı ömür, şimdi bize bir vicdan yükü olarak dönüyor. Bu yalnızca ahlaki değil, sistemsel bir sorun. Aile bireylerinin bireysel fedakârlıklarıyla dönen bir yaşlılık düzeni, ne kadar sürdürülebilir?

Gelin açıkça soralım: Yaşlılık bu ülkede nasıl bir sürece dönüşüyor?

Bir zamanlar bizi sırtında taşıyan omuzlar şimdi derman ararken, devletin eli nerede? Belediyelerin, sağlık sisteminin, sosyal hizmetlerin desteği ne kadar etkili? Türkiye’de yaşlılık, çoğunlukla evin bir köşesinde sessizce unutulan bir bekleyiştir. Avrupa’daki birçok ülkede ise yaşlılık, bir “onurlu emeklilik” dönemidir. Huzurevleri sadece yatak ve çorba değil; psikologlar, sosyal etkinlikler, bakım personelleri ve insan onuruna yaraşır bir düzen sunar.

Bizdeyse huzurevi deyince hâlâ "terk edilmişlik" algısı hâkim. Oysa sorun burada değil; sorun, aile sisteminin çöküşüyle birlikte ortaya çıkan boşluğu dolduracak kamusal yapıların yetersizliğidir. Köyler ıssız, gençler şehirde, yaşlılar kendi kaderine terk. Bakım evleri yok denecek kadar az, olanlar ise ya pahalı ya da niteliksiz. Evde bakım desteği ise formaliteden öteye geçemiyor.

Bir anne sabahın ayazında çocuğunu okula yetiştirmek için nasıl fedakârlık yaptıysa; bugün yaşlı bir yurttaş olarak aynı özeni devletten, toplumdan hak etmiyor mu? Bizi büyüten eller artık titriyor. Ama sadece fiziksel değil, duygusal olarak da yalnızlar. Zamanında devletine, milletine hizmet etmiş bu nesil, yaşlılıkta sadece evlatlarının değil, ülkenin de sorumluluğundadır.

Bu yüzden mesele sadece "anneye bakamıyorum" meselesi değil. Bu, Türkiye’nin yaşlanan nüfusuna hazırlıksız yakalanmasının da dramıdır. Avrupa’da yaşlılar birer sosyal birey olarak yaşamaya devam ederken, bizim yaşlılarımız sessizce, ihtiyaçları görülmeden ölüme hazırlanıyor.

Oysa yaşlılarımızı yaşatmak, sadece onları değil bizim insanlığımızı da ayakta tutar. Yaşlılık, ömrün yükü değil; geçmişin şeref madalyasıdır. Bu madalyayı bir kenara atan toplumlar, gelecekte kendi gölgesinden utanır hâle gelir.

Bu bir aile içi mesele gibi görünse de, aslında toplumsal bir sessizliktir. Yaşlılık, sadece takvimde ilerleyen yılların değil, toplumun da ilgisizliğinin sonucudur. Evlatlar olarak anne-babamıza nasıl bir yaşlılık armağan ediyoruz? Bir huzur mu, yoksa yavaş yavaş yalnızlaşan bir sessizlik mi?

Bakım sadece fiziksel bir görev değildir. Bir tebessüm, bir ziyaret, bir geçmiş anıyı hatırlatmak bile yaşlı bir kalbe şifa olabilir. Ne yazık ki çoğu zaman ancak kötüleşen sağlıkla hatırlıyoruz onların varlığını. Oysa bizi büyütürken onlar bir gün bile bizi ihmal etmedi. Gece uykularını, gündüz rızkını, gençliğini verdiler. Şimdi onların “gerçek ihtiyaç zamanı.” Bu zaman geldiğinde biz nerede duruyoruz?

Çaresizliğimiz günbegün bir drama dönüşüyor. Ama bu sadece bizim değil, bu çağın sessiz çığlığıdır. Yaşlılarımızı evlerin bir köşesinde değil, gönlümüzün merkezinde yaşatmalıyız. Toplum olarak yaşlılara yönelik sadece devlet politikalarına değil, aile içi dayanışmaya da acil bir dönüş yapmak zorundayız.

Bugün onları konuşuyoruz. Ama yarın sıra bizde. Yaşlanmak kaçınılmaz, ama yalnızlaşmak kader olmamalı.

Bir evlat olarak gönlümde yara, bir yurttaş olarak yüreğimde öfke var. Hem sisteme hem zamana hem kendime. Anamın nefes nefese geçen günleri bana şunu söylüyor: “Bizi büyütenleri yalnız bırakan düzen, aslında gelecekte hepimizi terk edecektir.”

Sevgi ve saygılarımla.