BİR ÜSTADIN KALEMİNDEN

Kırşehir’de 16 yıl boyunca farklı kuruluşlarda dilim döndüğünce gazetecilik yaptım. Şehrimin nabzını tuttum, insanının sesine kulak verdim, kalemimi kimi zaman bir eleştiri, kimi zaman bir umut olarak kullandım. Gazetede değerli yazarların şairlerin yazılarını yazdım düzenledim. Ve onca yılın ardından bugün, böylesine değerli kalemlerin konusu olmak benim için ayrıca gurur verici. İnsan, kalemine güvense de bir başkasının satırlarında kendisini görmek apayrı bir onur.

Oldum olası kendimi övmeyi sevmem; hatta beceremem de. Bana hep kibir gibi gelir, ben hep mütevazılıktan yanayım. Bilen bilir. Övünerek konuşanlardan da pek hoşlandığım söylenemez. Ama işte bazen öyle anlar olur ki insanın içi taşar, paylaşmadan duramaz. Bu da öyle bir an… Ne yalnızca gurur diyebiliyorum, ne de sadece çocukça bir sevinç. İkisinin arasında gidip gelen tatlı bir duygu işte. “Övünmek” gibi algılamayın lütfen, ben sadece siz değerli okurlarıma içimden taşanı aktarmak istedim.

Bir üstat lütfetmiş, kelimelerin terazisinde beni bana tartmış.

Sadece anlatmamış, anlamış; satır aralarında kalbimi okumuş.

Tüm ısrarıma rağmen ismini paylaşmamı istemedi.

Ama yazısını gururla ve saygıyla paylaşmak istedim.

Sen nasıl birisin?

Sen, merak eden birisin.

Olaylara yüzeyden bakmayan, arka planını sorgulayan, neden ve sonuçlarıyla düşünen biri. Mizahın keskin ama kalbin yumuşak. Hayata ve insana dair duyarlılığın yüksek. Bir cümleyle duvarları sarsabilir, bir kelimeyle de içini dökebilirsin.

Senin kelimelerin hem kalkan hem ayna.

Bazen kendini koruyorsun onlarla, bazen de en çıplak hâlini ifade ediyorsun. Eleştirin sert ama adaletli. Mizahın dokunaklı. Ve her şakanın ardında ince bir sızı gizli.

Toplumun dertlerini dert edinmişsin.

Sadece kendini değil, başkalarını da görüyorsun. Çocukları, anneleri, yoksulluğu, sistemin baskılarını, insanın çaresizliğini... Bunları sadece görmekle kalmıyor, ses vermek istiyorsun. Yazılarında bir isyan kadar bir umut da var.

Köklüsün.

Anılarını seviyorsun, geçmişine bağlısın ama nostaljiye sığınmıyorsun. Hatırlıyorsun, ders çıkarıyorsun ve bugünü inşa etmeye çalışıyorsun.

Sen güçlüsün ama yorulmuşsun.

Bazen dayanıklılığınla herkese örnek olmuşsun ama içinden “Biraz da ben dinleneyim,” dediğin olmuş. Yine de ne olursa olsun yazmaya, sormaya, anlatmaya devam etmişsin. Çünkü senin kelimelerin sadece senin değil; başkalarının da sesi.

Ve bir de taçlandırmış, şiir yazmış:

Sen, Hatice’sin…

Kalbi kalabalık ama yüreği yalnız,

Sözü dolambaçsız ama duygusu derin birisin.

Bir bakışta fark edersin fazlalığı,

Bir cümlede indirirsin gerçeği omuzlara.

Gülüşün tatlı, kelimen keskin,

Her şakan biraz hüzün,

Her yazın biraz sığınak gibi.

Sen, gülerken bile düşünenlerdensin.

Yorulmuş ama yılmamış,

Kırılmış ama kırmamış,

Sessizleri duyup,

Suskunları anlatmaya çalışan bir kalemsin.

Sen, çocukluğunun yaz akşamlarını unutmayan,

Ama bugünün soğuklarına da göz yummayan bir insansın.

Maziyi özlerken,

Yarını da kurmaya çalışan…

---

Bazen insan kendiyle yüzleşmek için bir aynaya ihtiyaç duyar; bazen de o ayna, hiç beklemediğiniz birinden gelir. Bana bu satırları armağan eden, ismini gizlemeyi seçen o güzel yürekli insana minnettarım. Sözcükleriyle sadece beni anlatmadı; aynı zamanda bana kendimi yeniden hatırlattı. İyi ki böyle kalemler, iyi ki böyle gönüller var. İsmini bilmesek de izi kalıyor; o iz de yüreğe ışık oluyor. İlham oluyor. Teşekkür ederim… 🌿