BİZİM BÜYÜK ADAMLAR...

Sekiz kişiydiler. Nakliyecilik yaparlardı. Adları şu veya bu vesileyle büyük adamlar listesinde yer almıştı. Kırşehir'e ait bir mesele çıktı mıydı isimleri daima gündeme getirilirdi. Fakat onlar öyle küçük işlerle uğraşacak adamlar değillerdi. Hâdiselerin üstünde kalmayı tercih ederler, her şey olup bitince de kahve köşelerinde, dükkân sohbetlerinde muhasebesini yaparlardı. Onları dinleyenler “Vay anasını! Ah mahallî seçimler olsa da şu adamları bir seçsek. Tam bizim istediğimiz gibi insanlar...” demekten kendilerini alamazlardı.

HER ŞEY BİR TELEFON KONUŞMASIYLA BAŞLADI

Günlerden cumartesi idi. Vakit öğleye doğruydu. Ümit Garajı'nın telefonu çaldı. Garaj kâtibi Hüseyin Aktaş konuştu telefonla. Konuşma bittiği zaman kâtip Aktaş'ın gözleri pırıl pırıldı. Heyecanlı ve sevinçli görünüyordu. Derhal adamlarını koşturdu oraya buraya. Uzun zaman geçmemişti ki sekiz meşhur şahsiyet toplanıvermişti. Görenler memleket için hayırlı bir iş çıktı sanırlardı.

ALLAH'IN SEVGİLİ KULLARI İMİŞLER!

Toplantı başladı. Garaj kâtibi biraz önce Ticaret Odası ile yaptığı telefon konuşmasını nakletti sekizlere. Onlar da heyecanlanmışlardı. Nasıl heyecanlanmasınlar ki! İşte, talih kendilerine gülmüştü sonunda... Bunca zamandır keseden yiye yiye iflâhları kesilmişti. Son model kamyonları aylardan beri bomboş yatıyordu. Onbinlerce, yüzbinlerce liracıkları bağlanmış kalmıştı. Artık böyle kalınamazdı ya! Allah'ın sevgili kulları olduklarını şimdi anlamışlardı.

TALİH NİHAYET KIRŞEHİR'E GÜLÜYOR!

Mesele şuydu: Ankara'dan aynı gün Ticaret Odası'na telefon edilmişti. Kendisini NATO'ya mensup yüksek mühendis olarak takdim eden bir şahıs NATO'nun Kırşehir'de ikmal merkezi kuracağını müjdelemiş, malzemelerinin Kırşehir'e nakline derhal başlanacağını, bunun için de işin nakliyecilere acele intikal etmesi gerektiğini söylemişti. Dahası vardı: Bu iş münhasıran Kırşehirli nakliyecilere verilecekti. Öyle ya canım... Dahiliye Vekili Sahir Bey hemşehrimizdi, Kurucu Meclis'te üye bir yüksek mühendisimiz (Sadi Erdem) vardı. Ve sonra ikinci koalisyon kabinesinin CKMP'li bakanları da bizden sayılırdı. Anlaşılan bu azizlik onlardan geliyordu. Talih artık Kırşehir'in yüzüne gülmeye başlamıştı. Sonra efendim, NATO'nun yüksek mühendisi işi konuşmak ve mukavele muamelelerini yapmak üzere hemen Ankara'ya istediği nakliyeciler heyetine MP'li Kırşehir Milletvekili Ahmet Bilgin'in Pınar Oteli'ni adres olarak vermişti. Anlaşılıyordu mesele... Bu ne Kurutluoğlu'nun, ne de CKMP bakanlarının işi değil, olsa olsa bizimkilerin, yani MP'lilerin zaferiydi. Baksanıza, NATO'lu yüksek mühendis bile MP'li Ahmet Bilgin'in oteli vasıtasiyle haberleşiyordu.

ECZACI AHMET BEY YİNE KARTAL'I TERCİH ETMİŞTİ

MP'li Ahmet Bilgin'in adının da kullanıldığı hikâyemizle ilgisi olması açısından belirtelim ki 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra kurulan Kurucu Meclis'te 25 üye ile temsil edilen ve ikinci parti durumunda olan CKMP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi) 15 Ekim 1961 seçimlerinde çıkardığı 3'ü Kırşehir'den olmak üzere 54 milletvekili ile üçüncü parti oldu. Seçim sonrasında İsmet İnönü'nün başkanlığında kurulacak koalisyon hükûmetine katılıp katılmama konusunda çıkan anlaşmazlık sonunda Bölükbaşı hükûmete katılmaya karşı çıkarak bir grup milletvekili ile CKMP'den istifa etti ve 13 Haziran 1962'de eski partisi MP (Millet Partisi)'yi yeniden kurdu.

İsmet İnönü'nün yirmiüç bakanlı ikinci koalisyon hükûmetinde görev alan CKMP dört bakanlık kapmıştı. Eski vilâyetimiz Nevşehir'den milletvekili seçilmiş olan Kırşehirli Ramazan Demirsoy da CKMP'de kalanlar arasında yer almıştı. Bizim dört nakliyecinin NATO mühendisi ile Ankara'daki otelinin kapısı önünde randevulaştıkları eczacı Ahmet Bilgin ise Bölükbaşı'nı terk etmeyerek yeniden kurulan kanatlarını açmış Selçuk kartalı amblemli MP'yi tercih etmişti.

ANKARA YOLLARINDA KURULAN TATLI HAYALLER...

Sekizleri temsilen dört kişilik bir heyet Ankara yollarına düştü aynı gün... Ertesi günü için randevu almışlardı. Böylesine büyük bir iş sekiz kişi arasında paylaşılacaktı. Her birinin kafasından parlak hayaller geçmeye başlamıştı. Kimisi parasına para katıp itibarını yükseltmeyi, kimisi kamyonlarının sayısını arttırmayı düşünüyordu. Hele büyük işler yapmak bambaşkaydı canım! Ah o enayiler, ah... Gelsinler de görsünlerdi bakalım şimdi iş adamlarını! Bütün işler gizlice olmuş, bizim sekiz nakliyeci büyük işe konmak için çevirdikleri dolapta tam bir zafer kazanarak küçük araba sahibi nakliyecileri atlatmışlardı. Şimdi avuçlarını yalasınlardı onlar, görsünlerdi bakalım bunca mal mülk sahibi olanların ne kurnaz herifler olduklarını...

AHMET BİLGİN'İN OTELİ ÖNÜNDE RANDEVU...

Ankara'ya gelindi. Ertesi gün pazardı. Kararlaştırılan saatte MP'li Ahmet Bilgin'in oteli önündeydi dörtler. Tam otele giriyorlardı ki uzun boylu, yakışıklı, şık giyimli, 35 yaşlarında bir şahıs kendilerine doğru geldi ve Kırşehir'den mi geldiklerini sordu. Tanışıldı. Ankara'da bir kısım muamele ikmal edildi. Yüksek mühendis dörtlerden birkaç yüz lira aldı pul parası diye ve üstünü iade etti. Bu arada yapılacak işin mahiyeti de belli olmuştu. Taşınacak yük birkaç bin tondu. Kilo başına 22 kuruş ücret verilecekti. Dörtler adamakıllı heyecanlanmışlar, kendilerini işin cazibesine biraz daha kaptırmışlardı. Hele yüksek mühendisin kibar ve itimat telkin edici tavırları! Ve hele pul parasının üstünü iade etmesi! Yok, yok, bu minnet altında kalınamazdı. Bu adama da hiç olmazsa kilo başına iki kuruş komisyon vermeliydiler. Kendilerine bu kadar yakınlık gösteren, bu derece geniş ve kârlı bir iş temin eden NATO'cuya ihsanda bulunmamak nankörlük olurdu. Ne de olsa serde Kırşehirlilik vardı.

YATAKLI VAGONLA İSTANBUL YOLCULUĞU...

Derhal yataklı vagonlardan biletler alındı. Şimdi İstanbul yolundaydılar. Nazik mühendisin itimatkâr davranışlardı devam ediyordu. Bu samimiyetle trenin restoranında geç vakit sona eren bir içki âlemi yapıldı. Ne adamdı şu mühendis be! Vallahi bizim Kırşehir uşakları bunların ellerine su bile dökemezlerdi. Nezaket bunlardaydı, konuşma, giyinme bunlardaydı. Ya bizimkiler? Hiç, hiçbir şey değillerdi.

YÜKÜ İŞTE ŞU DEPODAN ALACAKSINIZ!”

İstanbul yolculuğu sırasında mühendis kendilerini Pendik'te indireceğini ve Kırşehir'e taşınacak malzemenin yerini göstereceğini söyledi. Her nedense trenden Maltepe'de indiler. Saat sabahın 7'siydi. Denizden hafif bir rüzgâr esiyordu. Ortalık soğukçaydı. Kartal yakınlarına kadar yürüdüler. Mühendis bizim dörtlere ne olduğu bilinmeyen depoya benzer büyükçe bir binayı gösterdi geriden. “İşte, dedi, yükü buradan alacaksınız. Depodakiler henüz uyuyorlar. Şimdi uyandırmayalım onları...”

... VE SONUNDA DOLANDIRILDIKLARINI ANLADILAR

Tekrar otomobile binip İstanbul'a geldiler. Mühendis Büyük Postahane'den güya NATO malzeme müdürlüğüne telefon etti. Adamların geldiğini söyledi. Daha birtakım lâflar etti. Yine pul parası aldı sekizyüz lira, üstünü getirdi. Muameleler birbiri peşi sıra yıldırım hızıyla devam ediyordu. Nihayet masraf için yine para lâzım oldu. Bu kere çok para lâzımdı. Şöyle birkaç bin lira kadar bir şey... Dörtler için bunların lâfı mı olurdu canım? İstenilen para hemen verildi. Ve ne olduysa bundan sonra oldu. Parayı alan mühendis bir daha gözükmedi ortalarda. Beşbin lira kadar verilmişti kendisine. Arada bir verdikleri pul paraları da hariç...

KÜÇÜK NAKLİYECİLERİ FAKA BASTIRACAKLARDI

Ama olan olmuştu bir kere. İşin bir çaresi bulunmalıydı. Birinin aklına şeytan bir şey estirdi. Kırşehir'e telefon edildi. “Para yetmedi” denildi, “Küçük şoförlerden acele para toplayıp bize gönderin” denildi, “O garibanlar da bu işten çöplensinler” denildi. Kırşehir'dekiler de kurnazın kurnazıydılar hani. Hiç bu kadar büyük bir iş küçüklere duyurulur muydu, düpedüz enayilik olurdu bu işlere onları karıştırmak! “Yok, para yine bizden gitsin de onların haberi olmasın işten” denildi ve İstanbul'daki dörtlere kaptırdıkları kadar para gönderdiler. Dörtlerin sevinçlerine pâyan yoktu. Zarar telâfi edilmiş sayılırdı. Değil mi ya... Kırşehir'den istedikleri para küçük şoförlerden toplanıp gönderilmişti sözüm ona... Kırşehir'e döndüklerinde durumu bilhassa küçüklere izah edecekler, ava giderken avlandıklarını, paralarını yağlı iş uğrunda dolandırttıklarını anlatacaklar ve onları da bu dolandırıcılığa ortak edeceklerdi. Bu kurtuluşun sevinci içinde hemen sağ görüşlü “Son Havadis” gazetesine koştular. Orada gazetenin hissedarı Kırşehirli Gültekin Gökmen'e olanları bir bir anlattılar, “Aman, bize yardım et, gazeteye de yazdırayım deme ha!” dediler. Gültekin Gökmen Emniyet İkinci Müdürü olan arkadaşına dolandırıcılığı anlattı. İş polise aksetti. İşin bu kertede bitmesi şerefine dörtlerimiz Kırşehir'den gelen taze parayla o gece İstanbul'da hacı ağalara yakışır sazlı sözlü bir âlem yaptılar. Hepsi 18 yaşında birer delikanlı kesilmişlerdi o gece...

UNUTULMAYACAK DERS ve SUYA İNEN YELKENLER

Ve dörtler Kırşehir'e döndüler. Küçüklerden istenen paranın yine kendi adamları tarafından gönderildiğini öğrendiler. Talih, daha doğrusu hırs onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir ders vermişti.

Sekizlerin bir kısmı şimdi ortada görünmüyorlar, Ankara ve İstanbul'da kalıyorlar. Bir kısmı da eski azametlerinden çok şey kaybetmiş olarak başları yerde yürüyorlar.

60 yıl önce Kırşehir'de NATO'nun adı kullanılarak gerçekleştirilen ve kamuoyunda büyük yankılar yaratan dolandırıcılık olayının hikâyesi Kırşehir'in ilk günlük gazetesi olarak 7 Mayıs 1962'de yayın hayatına giren ve 6 Nisan 1963'ten itibaren “Yeni Kırşehir” adıyla yayınını sürdüren “Halkın Sesi” gazetesinde 1962 Ağustos'unda “Dursun Yastıman” imzasıyla yayınlanmıştı.