Benim için bir şato gibisin. O görkemli şatoya girdiğimde; gösterişli, keyifli, haz veren, ışık saçan odalarında derin bir ferahlık hissiyle karşılaşırım. Sana uzanan yolculuğumda şatonun görkemiyle yüzleşmenin huzurunu ve refahını yaşarım. Bu gezintide senin mahzun gözlerin duvardaki aynada beni kendisine çekiyor. En çekici, en baş döndürücü odanda kalbimi buldum. Bana emanet bıraktığın kalbini… Heyecanla bana göz atıyor ve bırakma, gitme, yanımda kal diyorsun.
En değerli odanı hep kilitli tutarken bana açmanın mutluluğunu tattırıyorsun. İstediğim gibi o odada gezintime izin vermenin ayrıcalığının hazzını sunuyorsun. Güvenini kırmamak, o odada kalıcı olmak için özenle, incelikle, yumuşacık bekliyorum. Hiçbir davranışım ve sevgi akışım yapmacık olmayıp, hepsi sahicidir. Çünkü biliyorum ki, en küçük bir kaçamak, riyakârlık bana cezaların en ağırı olarak dönecek. O oda ebediyen kapanacak, kapatılacak.
Gönül odası ile göz odası o şatonun iki ayrıcalıklı odasıdır. Gönlüne girmek için gözlerinin rengine vuruluyorum. Yarı baygın, kaçamak bakışlarla göz odasına yöneliyorum. Araladığım kapıdan usulca, sessizce gönül odasına dalıyorum. Bu dalgınlık kirpiklerinin hafif kıpırdaması, kaşlarının seğirmesi, gamzenin oynayışına yansıyor. Gönlüm ile gözüm senin içine akarken, sen perdeyi aralayıp dışarıyı seyre dalıyorsun. Dışarıdaki puslu hava birden açılıyor, gönlümün akışıyla yüreğimin ışıltısı sana geçiyor. Gözden ırak düşmemenin kaygısıyla gönlüne ulaşıyorum. Sevgi köprüsü dedikleri bu olmalı. Göz odası ile gönül odasının birlikteliği…
Uzaklardasın. Belki de şatonun yalnızlığında göz odanda, gönül odanda sabırsızlıkla ve sevgiyle uzaklara dalan bakışlarında beni bekliyorsun. Geleceğim, en kısa sürede o şatoda gönlümü sana açarak, vurgunu olduğum gözlerinin rengine bakacağım. Gönül odasının dinginliğini, sessizliğini huzurla yaşayacağım ey sevgili…
Şatonun bahçesindeki menekşeleri saçlarına takmayı düşlüyorum. O düşte kar tanesi sevgi tomurcuklarını sabah serinliğine emanet ederek kapına bırakıyorum.
Bir defasında bir düşünden söz etmiştin. Özleminin hissiyle senin gözlerindeki esaretimden. Duygularımın hüznünü senin esaretinde yaşamanın özgürlüğü… Giyindiğin sevgide tenindeki titreşimlerden… Kalp kırıklığından uzak ince, narin, nahif ruhunla kilitlenen gözlerinden… İnce ruhunun seni incitmesinden duyduğum korku ve endişe karışımı varlığınla… İncitmenin hüznüne sürüklendiğin anların karamsarlığı ile ter içinde kaldığını ve seni özgürlüğümün tutsağına dönüştürmenin hayal kırıklığını yaşadığını… Sıçrayarak uyandığını, loş odanın içerisinde şatonun üzerine üzerine geldiğini… Eline aldığın kalbimin kırıklığını ve incinmenin umutsuzluğu ile gözlerinin beni şatonun gönül odasında aradığını… Sesimi duyar gibiydin. Buradayım, buradayım mırıltılarımın seni birazcık rahatlattığını…
Aynı anda bir başka düşle uyandığımı sana anlatmıştım. Tuhaftı gerçekten. Belki de kalplerimizin karşılıklı atışının hazzını yaşamanın anıydı. Elimde bir gül demetiyle, gözlerinde sarmaşık bir bahçenin düşü… O bahçede yaşıyor ve yaşlanıyoruz. Umudumun çoğaldığını… Benim o umuda sarılıp tutsaklığımın hazzıyla özgürleştiğini kalplerimizin… Yıldızlar arasında dolaşırken bizlere gülümseyen Ay’a birlikte bakışımızı görüyordum. Yıldızlardan ödünç aldığım dilekleri avucumuzun içinde sıkıca tuttuğumuzu… Senin kirpiklerinin arasına gizlediğin o ödünç aldığımız dileklerin asılı kaldığını… Gökyüzünün maviliğini hayranlıkla izlerken uçurtmanın göğe yükselişini, özgürleşmesini ve sonrasında bize göz edişini birlikte izliyoruz. Yarı baygın halimizle, sarhoşluğun mest edici özgürlüğüne ulaştığımızı gördüm.
Bir yazardan şöyle bir bölüm okumuştum ve ilgimi çok çekmişti; “Kadınlarla ilgili yapılabilecek üç şey vardır. Onu sevebilir. Onun için acı çekebilir ya da onu edebiyata çevirebilirsiniz..” Seninle ilgili düşüncelerimin yalın, anlaşılır bir özeti olsa bu satırlar diye düşündüm.
Seni severken, sensizliğin acısını çekiyor ve edebiyata dönüştürüyorum. Kaybolmanı istemediğimden asırlara sarkacak bir anıta dönüşmeni istediğimden olsa gerek.
Beni en çok hangi acı yaralardı bilmemekle birlikte; kaybetmek mi, kalp kırıklığı mı, terk etmen mi, başka bir yönde tercihte bulunman mı… Belki de şatodaki gönül ve göz odalarını kaybetmek en korkuncu olurdu. Bunun için edebiyatın diline dönüşüyorsun. Kaybetsem de unutmamak için. Zaten senin içinde olmadığın bir edebiyatın da çok yavan, çok sıkıcı olacağına inanıyorum. Bunun için her öykümde başköşedesin. Sırrını çözmek için değil.
Bence her kadın gizemli, sır olmakla birlikte senin varlığının istisnasının ayrımına ulaşmaya ve yaşatmaya çalışıyorum.