Namussuz eşşek sabah, sabah ahırdan çıkarken yine aksiliği ele almıştı. Yük taşıyacağını anlamışçasına huysuzlaşmış, oradan çıkmamak için bütün hünerlerini göstermekten geri kalmıyordu.

Namussuz eşşek sabah, sabah ahırdan çıkarken yine aksiliği ele almıştı. Yük taşıyacağını anlamışçasına huysuzlaşmış, oradan çıkmamak için bütün hünerlerini göstermekten geri kalmıyordu. Uysal olan diğer eşekle beraber bir hafta evvel köye gelen Gındamlı Nalbant Necip Ustaya “tırnaklarına taş, kum, diken, çivi gibi şeyler batmasın” diye onlara acımış nallatmıştı.
“Eşşek değil mi izzeti-ikramı ne bilsin, adı üstünde eşşek, hemi de eşşek oğlu eşşek” diye kendi kendine öfkeyle sokranıyordu. Sanki eşşek anlayacakta.
Ortalık henüz daha ağarmasa da erken vakitte yatağından kalkmış “hazırlıkları biran önce yapayım da sıcağa kalmadan yola çıkayım” telaşındaydı. Akşamdan askılı terazi, gram ve kilolarını hazırlayıp bir çıkıya sarmıştı. Onlar olmadan çerçilik yapamazdı, gözü gibi korur kimselere vermezdi.
Evi Kırşehir ile Özbağ köyü arasında Selafur denen Özbağana daha yakın mevkideydi. Kapısı önünden taa Kaman dan başlayıp Taka denilen yerde Kızılırmak’a karışan “gittiği yerlere bereket dağıtan” Kılıçözü Çayı akmaktaydı. Babadan kalma içerisinde çeşit, çeşit üzümlerin bulunduğu bağ, cevizden ayvaya, armuttan, elmaya , erikten vişneye, kiraza kadar adı saymakla bitmeyen envai çeşit meyve ağaçlarının bulunduğu bahçesi, aynı arazi içersinde “bostanlık ” dediği tarlası vardı. Çayın suyundan açtığı kanalla istifade ederek burada kavun, karpuz, kabak, domates, soğan, mısır, devraanbel, fasulye, biber gibi sebzeler yetiştirir, fazlasını köy köy gezerek satıp evinin geçimini sağlardı. Üç kız kardeşinden başka mirasçısının olmaması, onlarında aç kalsalar bile pay almamalarından dolayı buralar kendisine kalmıştı.
Babası Gara Omar zamanında iki-üç kez çift bozup savaşlara katılıp dönmüş, son gidişinden sonra bir daha geri gelmemiş, öldü bilinmişti. Anası Kadiriye kadın genç yaşta dul kalmış kardeşlerinin göz kulak olmasıyla yetimlerini büyütmüş halı, kilim, minder, yastık dokuyup bunları satmakla evinin geçimini sağlamıştı. Yoksulluk kapıda bekçiyken birde çıkan kıtlık aileyi yiyecek ekmeğe muhtaç etmişti.
Eşeğini hazırlarken ne kadarda derin düşüncelere dalmıştı. Yaşanmışlığı film şeridi gibi gözünün önünden akıyordu. Az palazlandığında evin geçim yükü omzuna binmişti. Bazen tırpana, bazen kerpiç kesmeye, arada bağ bahçe bellemeye, yonca biçmeye gidiyor evine üç beş kuruş getiriyordu. Hatta bir ara kuzu çobanı durmuş birkaç tanesini kurda kaptırınca bir daha çağıran olmamıştı. Sırım Osman bütün bunları düşünürken azgın eşekten yediği çifte ile dalmış olduğu geçmişinden birden uyandı. Elindeki değnekle eşeğe vururken bir yandan da “eşşek, hem ide eşşoğlu eşşek ” diye bağırtısı göğe çıkıyordu.
Uzun boylu, esmer, kıvırcık saçlı, güçlü-kuvvetli iri kıyım bir delikanlıydı Osman. Yaba gibi elleri, güçlü-kuvvetli adaleleri vardı. Bu yüzden delikanlılığında adı Sırım Osman a çıkmıştı.
Osman askerden geldikten sonra anası onu Cemele köyündeki dayı oğlu Sallı Cemal’ın kızı Güllü ile evermişti. Bu evlilikten yıllar sonra havlunun içinde oynaşan üçü kız üçü oğlan çocuklarının büyüdüklerine şahit oldular. Güllü gelin babasının tek kızı olduğundan nazlı büyütülmüş, bir dediği iki edilmemişti. Gelin geldikten sonra geçen yıllar içerisinde ayağı yer tutmuş, gözü açılmış, “nazından yanına varılmaz olmuş ”, Osman’a kök söktürmüş, çektirmediği eziyet koymamış, gördüğü her işe cilve yapıp bin istekte bulunmuştu.
Birkaç dönüm tarladan çıkan mahsulle un, bulgur,yarma,seneye ekilecek tohumluk gibi ihtiyaçlarını ayırdıktan sonra kalanını da çerçilikte lazım olan ahırından hiç eksik etmediği iki eşek ile birkaç inek ve dananın samanına kışın yem olarak katmak için torbalamıştı.
Yaz günleri bağ ve bahçeden çıkanların fazlasını satarak evin geçimini sağlayan Osman boş zamanlarında da çağıran kapılara giderek ne iş bulursa çalışıyordu. Uzun kış gecelerinde Güllü kadın ıstar çözüyor yaşlı kaynanası çocuklara bakarken o da Özbağ’ına mahsus meşhur minder , yastık, halı, kilim dokuyarak evin geçiminde kocasına katkıda bulunurken yanından hiç eksik etmediği erik,üzüm,dut,elma gibi meyvelerin kurutmalarına ilaveten Osman a aldırdığı çerezleri mideye indiriyor, bahara kadar varile dönen vücudu baharla beraber bağ-bahçe işlerinin açılmasıyla tekrar normale dönüyordu.
Osman ve hanımı çocuklarının yardımı ile bir gün önceden bin bir özenle ağaçlarından topladıkları erik, vişne, zerdali, şeftali gibi meyveleri ezilmeyecek şekilde sandık ve sepetlere yerleştirmişlerdi. Hanımı ve iki yetişkin oğlunun yardımı ile bunları eşeklere yüklediler. Hanımının yufka ekmeğe dürdüğü zerdali dürümünü ısırdıktan sonra besmele çekerek eşeğe binmesiyle yola koyulması bir oldu.
Bir müddet dere kenarında yol aldıktan sonra kavak ağaçlarının azalmasıyla görünen güneşin bir minare boyu yükseldiğini fark etti. Eşekler yıllardır gidip geldikleri bu yolu adeta ezberlemişlerdi. Aslında Osman’ın bindiği eşek deli olmasa gemini tutmasına bile gerek bile yoktu. Ara yollardan bir müddet gittikten sonra Özbağ Helvacılardan Ankara asfaltına çıktılar. Bindiği eşek arada-sırada gelen araçlardan ürküp kızgınlıkla diğer eşeği ısırmak için boynunu uzatsa da Sırım Osman hemen buna mani oluyordu. Ankara yoluna çıkalı epey zaman olmuştu. Çuğun mevkiden Yerköy yoluna döndüğünde saat herhalde dokuz-dokuz buçuk gibi olmuştu. Olsaydı D.D.Y. yazan tren resimli, köstekli saate bakar vakti bilirdi. Ama kısmet olursa alacaktı.
Sırım Osman’ın hedefinde aşiret köyleri vardı. Yıllardır gittiği bu köylerin halkı bildiği kadarıyla huyundan mı, suyundan mı bağ-bahçe yapmaya pek heves etmezler, genelde bunların eksikliğini şehirden yada Özbağ’dan gelen çerçilerden giderirlerdi.
Gerek havanın ısınması, gerekse meyveleri bozulmadan bir an önce satıp elden çıkartma telaşı Sırım Osman’ın şapkasının altında ter tomurcukları oluşturmuş, bunların gözlerine vurmasıyla acıştırmasından dolayı bir ara önünü göremez olsa da kolunun yeniyle silerek yoluna devam etmişti.
Köye varmasıyla beraber etrafını önce koşarak gelen büyüklü-küçüklü çocuklar, sonra kadınlar “çerçi gelmiş, çerçi gelmiş” diyerek sarmıştı. Sırım Osman bir yandan yanaklarına doğru akan terleri cebinden çıkardığı yağlığıyla silerken bir yandan da çıkısından çıkardığı terazi ile sattığı ürünleri isteğe göre tartmaya çalışıyordu. Herkes onu ismi ile tanıdığı için kimi Kürtçe, kimi Türkçe ifadelerle “Osman emmi , Osman dayı , çerçi dayı bana şundan şu kadar tart ” diye ardı-arkası gelmeyen isteklerde bulunuyorlarken çocuklarda o kalabalıkta fırsattan istifade ederek midelerini dolduruyorlardı. Parası olan parayla, olmayanda un,buğday,bulgur,tere yağ,peynir gibi şeylerle alışverişini yapıyorlar, işlerin Osman ağanın umduğundan fazla iyi gitmesi gözlerinin sevinçten ışıl-ışıl yanmasına vesile oluyordu.
Ayşe gelinin oğlu Haso anasının az önce Osman ağadan aldığı öteberileri beş dakika demeden yemiş “aney bi daha al, bana giraz al, erik al ” diye feryat ediyor, kendisini yerden yere vurduğunda oluşan ter ve göz yaşı yerdeki tozla birleştiğinde adete çocuğun eli-yüzü çamur deryasına dönüyordu. Ayşe gelin dokuz-on yaşındaki oğlu Hasoyu zapt edemiyor, tarla-tapan işlerinden dolayı onu azarlayacak etrafta erkek göremediğinden çaresizlik içinde kıvranıyordu. Bir den aklına çerçi Sırım Osman emmisi geldi. Medet çerçideydi. “Çerçi dayıııı, Osman emmiii” diye bas-bas bağırsa da o kalabalığın arasındaki Osman emmisi kadının incecik sesini nasıl duyacaktı , duysa da onunla nasıl ilgilenirdi, başı arı kovanı gibi müşteri kaynıyordu.
Çaresiz kalan Ayşe gelin çocuğunu kendi halinde bırakıp onun bağırıp çağırmasına aldırmadan koşar adımlarla Sırım Osman’ın yanına geldi. Sıkıntıdan kadını ter basmış eli-yüzü al,al kesilmişti.Osman ağa ancak o zaman onu fark edebildi. Diğerlerini bir kenara ittikten sonra “söyle kızım, hangisinden ne kadar istersin” diye sordu. Ayşe gelin Sırım Osman’ın meseleyi anlamamasından dolayı birden şaşırdı, “öyle değil Osman emmi, benim Hasoma gücüm yetmedi, bana eziyet ediyor , onu sana zahmet azcık korkut da yaptığı Eziyeti kessin . Gözünü seveyim emmi , çare sende Osman emmi ”
Sırım Osman’ın bu duruma canı çok sıkılmıştı.Şu alış-verişin arasında buda neyin nesiydi. Kalabalığı yararak başını ilerde zırlayan Hasoya uzattı. Yarı kızgın bir ifade ile “ula eşşeoğlu eşşek, ula şeyini şey etiğimin sıpası, kes zırıltıyı, yosa gelirim ha…” Çocuk korkudan kaçacak delik ararken duruma şaşırıp kalan Ayşe gelin utana-sıkıla “Osman dayı, ben sana çocuğu korkut dediysem küfür et demedim ki , yaptığın çok ayıp emmi” deyip oğlunun peşinden giderken “BEN AYI, GURTMUYUM DA SENİN SIPANI KORKUDAYIM FIŞKIIII ” diye arkasından öfkeyle çağıran Çerçi Sırım Osman’ın bağırtısını duymamıştı bile.