Yazıma başlamadan önce bu yazımı on beş gün önceden  yazdığımı fakat  Kırşehir Barosu’nda çalışan kız kardeşim kadar sevdiğim Özlem Göktekin Akıntı’nın vefatından dolayı yazı değişikliğine gitmek zorunda kaldığı ve bu güne sakladığımı belirtmek istiyorum. Özleme bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.

Yazıma başlamadan önce bu yazımı on beş gün önceden  yazdığımı fakat  Kırşehir Barosu’nda çalışan kız kardeşim kadar sevdiğim Özlem Göktekin Akıntı’nın vefatından dolayı yazı değişikliğine gitmek zorunda kaldığı ve bu güne sakladığımı belirtmek istiyorum.

Özleme bir kez daha Allah’tan rahmet diliyorum.

Hiç kimse bu dünyada kazandığını ölünce mezara götüremiyor.

Para düşmana karşı kazanılır, dost için harcanır.

İster zengin ol, ister fakir ol fark etmez, para harcamanın zenginlikle, fakirlikle alakası yoktur.  para harcamak, insanlara, eşe, dosta ikramlarda bulunmak yapı ve karakter meselesidir.

Parası çok insan  vardır, ancak eli cebine gitmeyerek başkasının sırtından yemeyi, içmeyi sanat haline getirmiştir. İnsan vardır fakirdir, zor kazanıyordur ama eli, kapısı, sofrası, gönlü açıktır, dostlarına yedirir. İçirir.

Beleşçi  insanlar üretmeden, harcamadan  tüketmeyi seven kimselerdir.  Kendilerine yük oldukları kadar, içerisinde yaşadıkları aileye ve topluma da   yük olurlar.  Bu tür insanlar genellikle kolayı seçen,  hazırcılıkla yetinen,  başkalarının sırtından geçinmeyi yaşam  haline getiren düşük karakterli, zayıf   insanlardır.

Beş  kardeşli bir evde  eli cebine gitmeyen kardeşlerinin sırtından geçinen  uyanık geçinen birisi  kesinlikle vardır.   Komşular, arkadaşlar  arasında böyle sünepelerden vardır. Kurumlarda    mesai arkadaşının sırtından geçinen, çay, kahve içen, öğle yemeğini bedavaya getiren beleşçi uyanık sülükler  haddinden fazladır.

Bu tiplemelerde   utanma, ar kalmadığı gibi yüzlerini camız derisi kapladığı gerçektir. Bunun en güzel örneklerini Kırşehir’de görmekteyim.  Kırşehir’de faaliyet gösteren dükkân sahipleri  o kadar çok  beleşçi besliyorlar ki anlatamam.  Utanmayı bir tarafa bırakmış, eli cebine gitmeyen asalaklar bazı dükkânların, iş yerlerinin ve derneklerin sanki kadrolu çalışanı gibi, üzerlerine zimmetli gibi  öğle yemeği saatinde  mesken tuttukları  yerlere  giderek yemeklerini yerler, çaylarını içerler ellerini, ağızlarını silerler ve bir sonraki öğle yemeğinde buluşmak üzere çekip giderler.  Ancak bir defa  olsun elleri ceplerine giderek postlarını attıkları kişilere çay, yemek ikramında bulunmazlar. Çünkü cepleri çuvaldızla dikilmiştir.

Yukarıda  belirttiğim gibi sesleri çıkmasa, bir  şeyler demeseler de  Kırşehir’de  çok sayıda bedavacı besleyen dükkân sahipleri, iş yerleri ve  bu durumdan şikayetçiler amma ne yapsınlar asaletlerinden susuyorlar.

Sadece dükkânlar mı şikayetçi  beleşçi bu asalaklardan? Maalesef kurumlarda da var bu tiplemelerden. Milletin sırtından geçinen, çay, kahve içen ve kimin sırtından nasıl öğle yemeği yiyeceğini hesap eden çok sayıda kişiler vardır.

Kısaca  beleş mezar bulsalar içine konar bu kişiler.

Söz konusu beleşçi ve bedavacı kimselerin başkalarının sırtından geçinme veya beleşçi olma hastalıklarını yalnız maddi konularla sınırlandırmaya kalkarsak meseleye oldukça dar bir açıdan bakmış olur ve kendimizi de aynı nispette yanıltmış oluruz.

Onun için meseleye bakarken veya beleşçi, bedavacı diye tabir ettiğimiz söz konusu  insanları tanımaya çalışırken olayın maddi boyutu kadar manevi ve düşünsel boyutuna  da bakmak lazım.

Bakış açımızı maddiyat dilenciliğinden kurumlara,  iş istismarcılığına   taşımalıyız.  Ancak o zaman konuya tam olarak vakıf olabilme şansımız olur ve etrafımızda dönüp duran istismarcı cinsleri daha geniş  tanımış oluruz.

Kurumlarda beleşçilik, nasıl olur diyebilirsiniz bunda da çok haklısınız. İlk etapta yalakalar, ikiyüzlüler, riyakârlar, gelmelidir aklınıza. Allah’tan korkan aldığı maaşı helal ettiren akşam kafasını yastığa koyduğunda vicdanen rahatım diyen, dürüstçe çalışan, ter akıtan, emek verenlerin yanında   bu bedavacı tayfalar çalıştıkları kurum lehine  bir tane  kalem oynatmazlar,  ter akıtmazlar, boş durmayıp boşa çalışırlar.

Ancak burası çok önemli üst düzey kurum yöneticilerini gördükleri zaman herkesten önce koşarlar, çalışıyor gibi görünürler, bir sağa bir sola kıvırırlar, tamam efendim, olur efendim, emredersiniz efendim, yaparım efendim, merak etmeyin efendimle   göze girerler, taktiri alırlar, köşelerde yer tutarlar. Diğer çalışanlar istediği kadar emek harcasın, çaba sarf etsin hiç önemli değil.

Nasıl olsa kurumların işi yürüyor. Kimin sayesinde yürüyor? Çalışanın, alın teri akıtanın sayesinde yürüyor. İşler yolunda gidince sorun oluyor mu? Hayır işte on kişinin çalıştığı yerde beş kişi çalışıp beş kişi de çalışmadan maaş alıyorsa o da beleşçiliktir, bedavacılıktır, iş istismarcılığı  beleşçiliğin bedavacılığın başka bir yönü olduğu gibi fakir, fukara Anadolu çocuğu askere gidip şehit olurken, onların sayesinde barlarda, pavyonlarda, holdinglerde, iş yerlerinde sefa süren, gününü gün eden zenginlerin, bürokratların, ensesi kalınların çocuklarının çürük raporu almaları, bedelli askerlik yapmaları beleşçiliğin başka boyutudur, başkalarının sırtından yaşamaktır.

Bu  istismarcılar, beleşçiler yeri gelince dindar, yeri gelince cemaatçi, yeri gelince  laik, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Milliyetçi olurlar.  Kısaca bu insancıklar tam bir palyaçoyu andırırlar.

Yazıma konu ettiğim beleşçi veya bedavacı  takımı tartışan, sorgulayan, zaman içerisinde değişebilen düşünce tarzlarına tamamen kapalıdırlar. Bunlar yalnız kendi bildiklerini veya kendi kulaklarına üflenenleri bilirler.  Siz bu insanlara içinde bulundukları bağnazlığı işaret ettiğiniz zaman sizi şartlanmışlıkla suçlarlar. Çünkü bunlara göre kendi düşünceleri mutlak doğrudur ve kendilerinin düşüncelerini paylaşmayan insanların bu alemde en ufak bir kıymetleri olmadığı gibi iş bilenin kılıç kuşananın derler.

Özet olarak  kazandıklarını yemek nasip olmayan bu beleşçiler ağlanacak haldeler de farkında değiller.