Türk basınının usta kalemlerinden gazeteci Bekir Coşkun’u geçen hafta kaybettik.
Gazeteci Bekir Coşkun’un yıllar yılı çalıştığı tüm gazeteleri alırdım ve yazılarını da bir solukta okurdum. 
Onun Atatürk sevgisini, demokrasiye bağlılığını, insan ve hayvan sevgisini anlatmaya gerek var mı?
Kısa öz yazılarını, eleştirilerini okurken onun ne kadar kibar ve nazik birisi olduğunu anlıyordum.
2009 yılında Ankara’da Cinnah Caddesi’ndeki Hürriyet’in Ankara bürosunu ziyaret edip orada Emin Çölaşan’ı ziyarete gitmiştim.
Hürriyet’in bürosunda çay simitle kahvaltı ederken rastlamıştım Emin Çölaşan ile Bekir Coşkun’a…
Bana da simit getirttiler; ben de orada onlarla birlikte çay simitle kahvaltıya ortak olmuştum.
Bir gün önce gittiğim Ankara’da yanıma kendi kitabım olan “İnsanları ve Olaylarıyla Demokrasi Kalesi Kırşehir” kitabımdan Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’a imzalayarak vermiştim. Onlar da beni kendi kitaplarından oluşan bir poşet imzalı kitaplarını vermişlerdi. 
Emin Çölaşan’ın yanında tanıştığımız Bekir Coşkun, “Şevket Bey Kırşehir Çiçekdağı- Malya Yolu yapıldı mı?” diye sordu. “Yapılmadı” dedim.  Kırşehir-Boztepe-Malya Yolu yapılmamıştı, bugünkü gibi değildi.
Gazeteci Emin Çölaşan ile Bekir Coşkun da bana “Sen Osman Bölükbaşı’nın memleketinin, Kırşehir’in bir gazetecisi olarak güzel yazılar yazmışsın. Kutlarız” demişlerdi. 
Gazeteci Bekir Coşkun’un yazılarını ve yazma sitilini kendime örnek almıştım. Az ve öz yazmayı maalesef onun gibi öğrenemedik. 
Tanıdığım Bekir Coşkun’u çok kibar, saygılı ve nazik birisi olarak hala hatırlıyorum.
Bekir Coşkun iktidarların değil muhalefetin gazetecilerindendi 
O başkaları gibi her devrin, iktidarların yanında yer alan, kalemini satan gazetecilerden değildi. Kalemini satmaz, ülkesinin yanında, ezilenlerin, sömürülenlerin yanında, hayvan haklarının yanında, en önemlisi demokrasinin ve Atatürk ilkelerinin yılmaz savunucusuydu Bekir Coşkun…
Bekir Coşkun kendisini gibi doğa tutkusu olan gazeteci Yavuz Donat’la sık sık tatil günleri Kırşehir’e gelir, Malya Ovası’ndan Seyfe Gölü’ne geçerler, buradaki kuşları seyrederlerdi. Daha sonra Kayseri’deki Sultan Sazlığına giderlerdi. 
Hatta orada konakladıklarını kendileri bizlere anlatırlardı. 
İşte böyle saygın, sevilen bir gazetecisiydi Bekir coşkun…
Sözün özü onu kaybettik. 
Türk Basınının başı sağ olsun.
İşte gazeteci Bekir Coşkun’u 17.10.2015 tarihli bir yazısıyla bizleri baş başa bırakıyorum.         

KAYIP MAHALLE...

Kimi zaman sokağa girdiğimdeki o yemek kokusu gelir burnuma…
İçime çekerim…
Hangi evde pişerse pişsin, birazdan kapı çalınır, bacım kapıyı açar, ufak kız “Annem gönderdi” diyerek uzatırdı tabağı…...
Sofralarımız öyle yakındı…
*
Babam mahallenin bütün çocuklarını tanırdı…
O sert adam gülümser, başlarını okşar, selam gönderirdi babalarına… Babam arkadaşlarımı sevdiği için gururlanırdım…
Mahallenin bütün çocukları sanki babamındı…
Birisi düşüp dizini kanatsa, birisi hastalansa, birisi sınıfta kalsa, tüm mahallenin anneleri çat kapı koşardı…
Şefkatlerimiz öyle yakındı…
*
Bir cenaze olduğunda mahallede…
Hiçbir evde radyo çalmazdı…
Müzik sesi duyulur, ayıp olur komşuya, acısı varsa paylaşılırdı hangi evde olursa olsun, tüm mahalle yas tutardı…
Şehrin caddesinden bir cenaze geçtiğinde, Arap, Kürt, Sünni, Alevi, sağcı, solcu, sarhoş, ayık, inanan, inanmayan…
Esnaf kapının önüne çıkar, gücü olanlar koşup bir ucundan tutup da tabutu, dualar farklı olsa da uğurlarlardı…
Acılarımız öyle yakındı…
*
Ne yaptınız böyle…
Çocukları vuracak kadar…
Annelerin elinden yavrularını alacak kadar…
Babaları hücrelere kapatacak kadar…
Ölümlerden sevinecek kadar…
Cenazeleri yuhalayacak kadar…
Kendi askerimizi düşman, kendi aydınımızı hain, kendi yaşamlarımızı haram görecek kadar…
Nasıl yaptınız?…
*
Düşman bunu yapamazdı…
Terör, PKK, IŞİD, yabancı parmağı falan diyorsun ama, bizim sevgimiz, saygımız, ortak duygularımız, kimsenin yıkamayacağı kadardı…
Bunu yapsa yapsa ancak biz yapardık…
Yüreklerimizdeki duyguları yıkmak için, ancak onun kadar güçlü bir şeye ihtiyaç vardı…
İşte; “Din, iman, Allah, peygamber, Kuran” diye diye yaptınız bunu…
*
Hâlâ o camlardan güzel yemek kokuları gelir burnuma…
Barışa aç, güvene aç, şefkate aç, huzura aç, gülümsemeye aç, sevince aç, burnumu çeke çeke giderim…
Bir viraneye döndü mahalle…
Nefret bu kadar mı yakındı?..