Bazen Kırşehir Kervansaray Dağına çıkıp, adaletsizliğe, sisteme, düzene isyan edip, aşağıya haykırmak, sert rüzgâr gibi esmek istiyorum. Çatacak yer, zaman ve kişiler arıyorum. Deli gibi sağa-sola, yukarıya-aşağıya doğru koşmak istiyorum. Hem nalına, hem mıhına vurmak istiyorum. “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” sözünde olduğu gibi bakalım kim ne anlayacak.

On iki gün önce yeni yıla girdik. Öyle bir girdik ki, dünyayı esir alan milyonlarca insanın ölümüne sebep olan korona ve omicron vakalarını elimizin tersiyle bir kenara iterek  her yıl olduğu gibi yılbaşı kutlamaları için günlerce yapılan hazırlıklar, telaşlar, gürültüler, sizde olalım, bizde olalım, otellerde olalım, kayak merkezlerine gidelim, yurt dışına çıkalım aman Allah’ım israflar, alış veriş çılgınlıkları, havai fişekler, kendinden geçenler. Sanki yeni yılla birlikte yeni bir sayfa açılacak, her şey düzelecek, huzur, sağlık ve mutluluk gelecek,    bir yaş gençleşeceğiz,  dertlerimiz bitecek, tencereler sorunsuz kaynayacak, işsizlik sona erecek, maddi sıkıntı bitecek, bolluk içerisinde yaşanacak, terör olayları bitecek, şehit gelmeyecek, gazi olmayacak, korona, omicron vakaları bitecek.

Bu kadar hazırlıklardan, patırtıdan, gürültüden sonra ne değişti 2022 yılında, ne farkı var 2021 yılından? Şimdiye kadar çok eski yılları geride bıraktık, yeni yıllara girdik, kimlerin dertleri bitti, sıkıntıları sona erdi? Kimlerin problemleri çözülerek rahatladı? Maalesef yıllar gelip geçse de değişen hiçbir şey yok gelen yıllar hiçbir insanın derdine deva olmadı hey şey aynı. Kısaca geçen günler özlem, gelen günler felaket olmuştur.

Öyleyse bu kadar gürültü, patırtı, israf, alış-veriş çılgınlığı, sorumsuzluk, vurdumduymazlık nedir? Bir türlü anlayamıyorum. Anlayan varsa bana anlatsın.

Sakın yazımın tamamını okumadan benim yeni yıl kutlamalarına karşı olduğum düşüncesine varmayın. Yukarıda belirttiğim gibi nalına, mıhına vurmak istiyor ve yıllar gelip geçiyor bizlerin bazı anlayışları sorgulamak istediğimi belirtmek istiyorum.

Kırşehir caddelerinde yürüyen insanların çoğunluğunun vücudu caddede, kafası başka yerde olup, kendi kendine konuşuyorlar, el hareketleri yapıyorlar. Büyük çoğunluğu hayatını zor şartlarda devam ettiriyor. Maddi sıkıntıdan kafayı kaldıramayanlardan tutun; kocasından, karısından, oğlundan, kızından, kardeşinden, gelininden damadından, kaynanadan, kayınbabadan dertli olanları görürsünüz ve bu insanlar ağız tadıyla yaşamıyor.

Sadece maddi sıkıntısı olanlar değil parası olanların büyük kısmı huzurlu yaşayamıyor yıllardır biriktirdiği, yemediği paraları ya oğlu, ya kızı ya damadı kısa zamanda yiyip bitiriyor. Onlar yemese kardeşleri dolandırıyor.

Bakın Kırşehir’de sözde şehrin ileri gelenlerine mal için, miras için, menfaat ve çıkar için kardeş kardeşle dargınlar, konuşmuyorlar, selam alıp, selam vermiyorlar. 

Ülkemizde hayat pahalılığı almış başını gidiyor, insanlar işsiz, insanlar yoksul. İnsanlar fakir, mutfakta tencereler kaynamıyor, baba okula giden çocuğuna simit parası veremiyor,  intihar edenler, kadına şiddetler, cinayetler, bunlar yetmiyormuş gibi korona ve omicron salgını, kanayan ve geçmeyen yaramız haline geldiler.

Türkiye zenginin saltanat sürdüğü, fakirin öldüğü, haksızlıkların olduğu, adaletin olmadığı, parası olanın çocuğunun askerlik yapmadığı, olmayanın çocuğunun şehit olduğu tezatlıklar ülkesi haline geldi.

Bazılarında öylesine para var ki harca, harca bitmiyor, parası olmayan ise yaşamını zor şartlarda devam ettiriyor, bunalımlara giriyor intihar ediyor. Bu durum geride bıraktığımız eski yılda aynıydı, görüyorum ki 2022 yılının ilk on iki gününde her hangi bir değişiklik yok. İlerleyen günlerde bizleri çok kötü günler beklemektedir. O nedenle bazı konuları sorgulamamız gerek.

Keşke sadece takvim yaprağında tarihi, yılı yenilemek yerine sorgulama yaparak insanları ve anlayışlarını yenileseydik Türkiye’nin diğer şehirleriyle birlikte Kırşehir’de birileri ağlarken, birileri gülmezdi.

Eğer birileri “beş kere hacca, yedi kere umreye gittim” diyerek Müslümanlık taslıyorsa diğer taraftan etrafında, yakınlarında açlıktan ölen, çöpten ekmek toplayan, evi barkı, odunu kömürü olmayan insanlar varsa bu Müslümanlık anlayışını sorgulamak gerek. Bu insanlar bir kere hacca, bir kere umreye gitseler, diğer paralarla ihtiyaç sahiplerine yardımcı olsalar daha çok sevap kazanmazlar mı? 

Birileri sosyetelik ve hayvan severlik adı altında çarşı-pazar kucağında taşıdığı, evinin baş köşesinde beslediği, yatağında birlikte uyuduğu kedi ve köpeğinin ihtiyaçları ve bakımı için binlerce Euro harcıyorsa, diğer taraftan içerisinde bulunduğumuz soğuk kış mevsiminde okula gidemeyen öğrenciler varsa veya okula yırtık ayakkabıyla, kabansız, şapkasız okula giden öğrenciler varsa bu anlayışı sorgulamamız gerek.  

Zengin bir iş insanı,  onun eşi ve çocukları varlıklar içerisinde bir elleri yağda, bir elleri balda yaşayarak ailece fert başına lüks jeeplere biniyorsa,  kumar ve konken masalarında, eğlence merkezlerinde günlerini gün edip, dansözlere, garsonlara, valelere binlerce Türk Lirası bahşiş veriyorlarsa,  her yıl sahil kenarlarına tatile gidiyorlarsa diğer taraftan yanında çalışan personeline asgari ücret veriyorlarsa, zenginin çocuğu askere gitmeden paralı askerlik yapıp, günlerini barlarda, pavyonlarda, kadın- kız peşinde geçiriyorsa diğer taraftan fakirin çocuğu askere giderek vatan için dağlarda şehit oluyorsa, parasızlığını eşine belli etmeyip,   pazara gidiyorum diyerek evinden çıkıp intihar eden babanın olduğu günümüzde bu anlayış hangi vicdana, hangi adalete, hangi insanlığa yakışıyor sorgulamamız gerekiyor.

Çalışanlara ve emeklilere zam verirken 20 bin TL alana da, bin 500 TL alana da aynı oranda maaş zammı yapılıyorsa 20 bin TL’nin yüzde otuzu 6 bin TL, bin 500 TL’nin yüzde otuzu 450 TL yapıyor. Geçinemiyor diyerek 20 000 TL maaş alana da, bin 500 TL alana da aynı zam yapılıyorsa bin 500 TL alana yaptığın yüzde otuz zam, 20 bin TL alana yaptığın zammın onda birisi dahi değilse işte bu anlayışı  sorgulamak gerek. 

Ülkemiz insanı o kadar tuhaf oldu ki anlaşılır gibi değil. Basın olarak  Kırşehir Çiğdem” gazetesindeki köşemde bunları gündeme getirince “sana ne bizim hayatımızdan?” diyenler oluyor. Ne vicdan kaldı, ne merhamet!..

Hanımlar beyler oturdukları trilyonluk villaların kapısına güvenlik personeli koyuyor, güvenlik personeline asgari ücret veriyor, güvenlik personeli hastalanıp işe gelmeyip hastaneye gidiyorsa işten çıkartıyor ama aynı hanımlar, beyler kedi ve köpeğine yüzlerce Euro’lar harcayarak Avrupa’dan özel mamalar getiriyor, köpek hasta olursa binlerce lira harcayarak veteriner hekime götürüp  tedavisi yaptırılıyor. Kısaca insanın hayvan kadar değeri olmadığı bir dönemi tersine çevirmek için bu anlayışı sorgulamamız gerek.

Olur ya köpeklerini başköşede besleyen sosyetelerin yolu her hangi bir köye düşüp, koyunların yanından geçerken “… kokuyor” diyerek burunlarını kapatırlar ve köyden bir an önce kaçmanın yollarını ararlar. Ama kendi köpeklerinin …larını çantalarında taşırlar. Bu anlayışı sorgulamak gerek. Köyünde koyun besleyen milli ekonomiye katkıda bulunuyor, bunlar hangi ekonomiye katkıda bulunuyor.

Milyonlarca insanı doyuracak yemek ve ekmekler ihtiyaç sahiplerine verilmeyerek çöpe atılıyorsa, pazar bitiminde atık sebze ve meyve toplayan ve çöpten yiyecek arayanlar insanlar varsa bu anlayışı sorgulamak gerek. 

Bir de bunların yanında “Yeni yıl kutlamaları Hıristiyan geleneğidir. Günahtır, haramdır” diyerek bildiri dağıtanlar, “Erkek çocuklarına, küçük kız çocuklarına, kadınlara tecavüz etmek, kul ve yetim hakkı yemek, devlet malına zarar vermek, hırsızlık yapmak, çalmak, çırpmak günahtır, haramdır, dinimizde yeri yoktur” diyerek bildiri dağıtmıyorlarsa bu anlayışı sorgulamak gerek. Acaba bu muhteremler fakire, ihtiyaç sahiplerine yardım edilmesi için bildiri dağıttılar mı, veya kaç ihtiyaç sahibini doyurdular, giydirdiler, memleketin hayrına ne iş yaptılar çok merak ediyorum.

Hava limanında yirmi bin kişiyle yabancı futbolcuyu karşılıyor, Nobel ödülü almış Türk Bilim İnsanı Prof. Dr. Aziz Sancar’ın varlığından habersizsek bu anlayışı sorgulamamız gerek. 

Yaptığım yemeğin kokusu komşuma gitmiştir bir tabak komşuma götüreyim düşüncesinden uzaklaşmışsak veya evinde yoğurt kalmamış, bir komşu karşı koşumdan bir tabak yoğurt alayım diyemiyorsa bu anlayışı sorgulamamız gerek. 

“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” demiş Peygamber efendimiz. Hal böyle iken iş yerlerinde ilkokul mezunu vasıfsız bir kişi ile üniversite okumuş kişiye asgari ücret veren zihniyeti sorgulamak gerek. Önceden asgari ücret vasıfsızlara verilen en düşük ücretken bu gün ayrım yapmadan vasıflı, vasıfsız, okumuş, okumamış herkese verilen ücret haline geldi. Üniversite bitirmenin anlamı kalmadı. 

Asıl olan vatandaş asgari ücretle çalışıp, geçim sıkıntısı çekerken, seçimlerde kapı kapı gezip vatandaştan oy isteyen milletvekili adaylarının, seçimi kazanıp milletvekili olduktan sonra dokunulmazlık zırhına alınıp, yüksek maaş almalarını, sağlık dahil her türlü haklardan öncelikli yararlanmalarını, tüm tedavi giderlerinin devletin karşılamasını ve milletvekilliğinden emekli olmalarını, saltanat sürmelerini sağlayan anlayışı sorgulamak gerek. 

Fabrikalar satılırken alkışlayan, marketlerde poşetlerin 25 kuruş olmasına tepki gösteren, kâğıda gelen zammı kitap alırken değil, tuvalet kâğıdı alırken anlayan toplumun anlayışını sorgulamak gerek. 

Kırşehir’de dakikada yüzlerce insanın geçtiği Ankara Caddesi’nde bulunan PTT’nin elli metre yanında arabaların geçtiği yolda patlayan su borusu nedeniyle yoğun şekilde akan suyu gördüğü halde Kırşehir Belediyesi’ne haber vermeyen sorumsuz, duyarsız anlayışı sorgulamak gerek. Orası insanların yoğun olarak geçtiği çarşının merkezi dediğimiz bir yerdir. Bir kişi daha görmedi mi yoğun şekilde akan suyu?

Yediği kuru yemiş kabuklarını, elindeki peçeteleri, mendilleri, sigara izmaritlerini yere atanları uyardığınızda, “Belediye’nin temizlik görevlisi yok mu, onlar neden maaş alıyorlar?  Biz kirletiyorsak temizlik elemanı gelsin temizlesin!” diyen anlayışı sorgulamak gerek. 

Türkiye adaletin, eşitliğin, eğitimin olmadığı bir ülke. Bu nedenle birçok şeyleri sorgulamamız gerekiyor. Bunlar yazmakla bitmez. Tabi tüm bu sorgulanması gereken anlayışları çözüme kavuşturmak içinde "Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere geldim" diyen Peygamber Efendimizin tamamlamak istediği güzel ahlaka sahip olmak ve yeni insanlara, yeni anlayışlara ihtiyacımız var.