Başımızın çaresine bakalım

Eli kalem tutan, zerre kadar memleket kaygısı taşıyan herkes yıllardır yazar çizer, konuşur, kendini heder eder, “Kırşehir sürekli göç veriyor, yaşam kalitesi düşüyor, işsizlik günbegün artıyor” diye.

Devlet 30-40 yıldır bu haykırışlara birazcık kulak verse; fazla değil 8-10 bin kişinin çalışacağı ihtiyaçlar, hammadde, pazarlama koşulları planlanarak 10-15 fabrika açsaydı, Kırşehir bugün bambaşka noktalarda olurdu.

Kapadokya’nın ilk ayağında yer alan, iç deniz konumundaki Hirfanlı sahillerine sahip, jeotermal enerji avantajı olan, verimli topraklarıyla, sulama sorunu olmayan imkanlarıyla ve de en önemlisi uyuşturucu, kaçakçılık, yasa dışı faaliyetler gibi olumsuzluklardan en az etkilenen iller arasında yer alan ahlaklı, çalışkan insanlarıyla, tarihsel kültürel birikimleriyle son derece önemli özellikleri olan bir kentimiz var. Ama gelin görün ki, “brokoli gibiyiz, sağlıklıyız ama ne tadımız var ne tuzumuz”. Para girmiyor memlekete para.

1990’da Türkiye nüfusu 56 milyon iken, Kırşehir nüfusu 256 bindi. Şimdi ülke nüfusu 86 milyon, Kırşehir nüfusu 244 bin. Ülke nüfusu yüzde 50 civarında artarken, bizim nüfusumuz yüzde 5 neden düşüyor? Ülke paralelinde nüfus artışı olsaydı şu anda 400 binden fazla nüfusumuz olurdu. Bunun nedenini herkes biliyor, iş alanı yok, üretim yok, milli gelirden alınan pay ülke ortalamasının yarısından az.

Güya son hesaplamalara göre kişi başı milli gelir 17 bin Dolarmış. Sevsinler sizin hesabınızı. Kırşehir’de kaç tane 4 kişilik bir eve 68 bin Dolar giriyor. 68 bin Dolar bugünkü kurla 2 milyon 900 bin lira eder. Yani bir eve ortalama aylık 243 bin lira girmesi lazım. Mehmet Cengiz’in, Nihat Özdemir’in, Melih Gökçek’in yıllık milyar Dolarlık kazancını da; evine asgari ücret bile girmeyen haneleri de aynı kafayla hesaplarsanız ekonomideki çöküşün de, enflasyonun yükselmesinin de, gelir dağılımındaki adaletsizliğin de nedeni ortaya çıkar.

Devlet işsizliği çözecek, üretim yapacak hiçbir planlama yapmadı, yapmıyor. Memleketten kaçış da, kaliteli göç de sürekli artıyor. Bugüne kadar devlet Kırşehir’e iki ciddi yatırım yaptı, Petlas ve Şeker Fabrikası. Yenilerini yapıp sorunları çözmek yerine bu iki değerli kuruluşu da öldüm fiyatına sattı. Ama siyasilere sorarsanız her gün yeni bir yatırım müjdesi, yeni bir umut vaadi.

Benim şahsen devletin yatırımlar yaparak Kırşehir’de yaşam kalitesini yükselteceğine, işsizliği çözeceğine, üretim yapan fabrikalar açacağına, milli gelirden alınan payı artıracağına hiç inancım kalmadı. “Ecek”li, “acak”lı süslü sözler, hep havada kaldı. Keçi dağda, kılı sırtında. Somut bir gelişme hiç olmadı. ”Kuru kuru kurban oluyum, yaş yaş gadanı alıyım”…

Sürekli vaatlerle, umutlarla, müjdelerle avunmak yerine yıllar önceden başlayıp, kendi başımızın çaresine bakıp, imkanlarımızı üretime dönüştürerek gelişme rotası izleseydik, çok daha iyi yerlere gelirdik.

Örneğin yakınlarda üniversitemizin safran üretimi konusunda yaptığı araştırmalardan ve denemelerden olumlu sonuçlar alındığını öğrendik. Safran dünyanın en pahalı gıda maddesi. Bugünkü kilosu 600 bin lira. Bu araştırmaları yoğunlaştırıp bir an önce üretime başlasak birkaç yıl sonra sonuç almaya başlarız. Yine daha önce benim bu sütunlarda önerdiğim ve iklim olarak, toprak olarak, su olarak çok olumlu koşullara sahip olduğumuz Antep fıstığı, badem ve fındık yetiştiriciliği üzerinde (Zaten ceviz gibi bir cevherimiz var) enerjimizi harcasak boş vaatlere umut bağlamaktan kurtulur, kendi imkanlarımızla üretim, paketleme, pazarlama sanayii oluşturabiliriz. Bu üretim tesislerini kent düzeyinde yaygınlaştırırken, rüzgar enerjisi ve jeotermal imkanlarını da kullanırsak memleketin ekonomik çıtasını yükseklere taşıyabiliriz.

Fakat buna kim önderlik edecek? Kim planlama yapıp, harekete geçecek? Elbette yine devletin en üst temsilcisi Valilik, üniversite, ziraat odaları, tarım kooperatifleri ve diğer sivil toplum örgütlerine görev düşüyor. Fakat öyle bekliyorum ki, ilk adımı yine Belediye Başkanı Selahattin Ekicioğlu atar. “Kabak yuvarlanıp taşa çarparmış, vay kabağın haline. Taş yuvarlanıp kabağa çarparmış, yine vay kabağın haline.” İş döndü dolaştı, yine kabak Selahattin Başkan’ın başına patladı. Napalım, görünürde başka umut yok. Pilot bölge olarak belirlenecek 100-150 dönümlük bir arazide bu ürünlerin üretimine hemen başlarsak birkaç yıl sonra sonuç almaya başlarız.

Boş vaatleri bekleyecek zamanımız yok. Başımızın çaresine bakalım.