Ekonomi, spor, siyaset, dış politika, Amerika, Almanya, Rusya, Ortadoğu, Kudüs derken Türkiye’nin, hastanelerde ve okullardaki problemlerle, vilayet konağının yapımıyla, yıkılan-yapılan kamu binalarıyla, göç vermesiyle, işsizliğiyle, esnafın sorunlarıyla Kırşehir’in çok sayıda gündeme getirilecek problemleri var. Tabi biz bu problemleri gündeme getirdiğimiz zaman suya-sabuna dokunmaktan korkan ruh hastası kişilerden “üzerinize vazife mi, size mi kaldı Kırşehir’in sorunlarını gündeme getirmek!” gibi komik eleştirilerde alıyoruz.

Ekonomi, spor, siyaset, dış politika, Amerika, Almanya, Rusya, Ortadoğu, Kudüs derken Türkiye’nin, hastanelerde ve okullardaki problemlerle, vilayet konağının yapımıyla, yıkılan-yapılan kamu binalarıyla, göç vermesiyle, işsizliğiyle, esnafın sorunlarıyla Kırşehir’in çok sayıda gündeme getirilecek problemleri var.
Tabi biz bu problemleri gündeme getirdiğimiz zaman suya-sabuna dokunmaktan korkan ruh hastası kişilerden “üzerinize vazife mi, size mi kaldı Kırşehir’in sorunlarını gündeme getirmek!” gibi komik eleştirilerde alıyoruz.
Oysa diğer arkadaşlarımı kastetmiyorum şahsım olarak ben Kırşehir’in sorunlarını yeteri kadar gündeme getirdiğimi zannetmiyorum. Gerçekten eğitimden spora, sağlıktan, güvenliğe, işsizliğe kadar yazılacak gündeme getirilecek o kadar sorunları var ki Kırşehir’in, bunları yazmaya çalışsam elimde bayağı malzeme olur ve birilerine de batar. Çünkü yazdığımız yazılar, kullandığımız cümleler şimdiden birilerine batmaktadır. Birde dibine insem o zaman ortalığı hiç düşünemiyorum.
Gerçekten ülkemizin ve Kırşehir’in gündemi çok hızlı ve yoğun akıyor. Yoğun akan gündemlerden birisini yazmak istiyordum ancak yazılı ve görsel medyayı takip ettiğimde gündemdeki bu olayların sürekli yazıldığına, anlatıldığına şahit oluyorum.
Hal böyle olunca da başka bir konu yazmak istedim.
Konumuz Türkiye’de ve Kırşehir’de var olan balon insanlar.
Hani hiç bir halt olmadıkları halde sürekli kendilerini üstün vasıflı gösterip, dikkat çekmek için gaz verip havayı ısıtarak nefislerini şişirenler, havalananlar ve kendilerini olduğundan fazla göstermeye çalışan zatı muhteremler var. Onlardan bahsetmek istiyorum.
Aslında yazdığım konu gündemde olmasa da ülkemizde, ve Kırşehir’de yalakalıktan, iki yüzlülükten sonra insanlar arasında, resmi ve özel kurumlarda kanser gibi kangren olarak bilinen ve kanayan yaradır.
Bu zatı muhteremler kendilerini bulunmaz Hint kumaşı zanneden olmazsa olmazlardandırlar. Sözde Türkiye’ye ve Kırşehir’ e yön veriyorlar. Ellerinde telefon, altlarında araba, takım elbiseyi giyerek, kravatı takıp kasıla-kasıla gezerler. Sanki üst düzey bürokratlardır veya resmi ve özel kurumlarda Cio’ durlar. En az altı yabancı dil bilirler, iş yaparlar, tayin yaparlar, işe eleman yerleştirirler, kalabalık topluluğun yanında kapalı olduğu halde hava atmak ve gösteriş için cep telefonlarıyla kendi kendilerine Genel Müdürlerle, Valilerle, Müsteşarlarla, Bakanlarla, Başbakanla veya siyasi parti başkanlarıyla konuşurlar. Lakin o esnada cep telefonları çalınca da patlayan balon misali havaları söner ve eşekten düşmüşe dönerler.
Hele bu balonların altlarına bir sandalye, önlerine bir masa, masanın üzerine bir bilgisayar, bir de telefon koyduğunuz an değmeyin keyiflerine. Öylesine şişerler ki sanki dünyayı onlar yarattı zannedersiniz. Yürüyüşleri dahi değişir. Çok bilmişlik taslarlar, kendilerinden başka birilerini beğenmezler, kibirlerinden yanlarına yaklaşılmaz ve kendilerini ne oldum delisi zannederler. Düşeceklerini hesap etmeden daima yükseklerden uçarlar. Yüksekten uçmaya çalıştıkça çırpındıkça batan insan misali yükselmeye çalıştıkça batarlar.
Eeeee! Olacağı batmaktır elbet bir gün şişen balon patlayacaktır.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar örneğinde olduğu gibi bu tarz muhteremlerde kendilerini çok fazla şişirdiklerinden bir gün balon gibi patlayacaklarını düşünmezler. Onlar için önemli olan o anı, o günü kurtarmaktır.
Aslında her esen rüzgâr, her çıkan fırtına onların sonunu hazırlar. Aynı buzun üzerine yuva kuranların, buz eridikten sonra yuvaları yıkıldığı gibi günü geldiğinde bunlarda yıkılırlar. Çünkü direksiyonları, çizgileri, yolları düzgün olmadığından, karakterleri bozuk olduğundan yönlerini istedikleri gibi tayin edemezler. Tek amaçları kendilerini olduğundan yüksek göstermektir gerisini düşünemezler. Hava durumuna göre değişirler ve durumu kurtarmak için yeni bir yalana baş vururlar. Zannederler ki kimse bu yalanlarını fark etmiyor. Herkeste her şeyin farkında ve bilincinde fakat üzerime sıçramasın düşüncesiyle kimse pisliğe taş atmak istemiyor.
Bu malum kişiler yalanlar karşısında ya patlarlar ya da havalandıkça kaybolurlar ve bir türlü kalkış yaptıkları noktaya tekrar iniş yapamazlar! Böyle olunca da her şekil de insanların hayatından çıkmış olurlar!
En güzel an ise o balonların patladıklarını seyrederken, çocukluğumuzun şarkılarından olan “Benim balonlarım vardı, onları kimler aldı“ şarkısını söyleyerek el sallamaktır diyor ve yazımı sevdiğim şu güzel sözle bitirmek istiyorum.
“Çok yükseğe çıkamam. Ben de yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam, bende alçaklık korkusu var. “