Bunaldığımız, sıkıldığımız zamanlar olur çıkarız şöyle… Dün yine büyük bir özlem içinde dostlarla çıktık Akbayır sırtlarına… Kim bilir kaç kere çıkmış, kaç kere seyretmiştim Kırşehir’i oradan… Seyreyledim Kırşehir’i, Akbayır’dan… Tam karşımızda Kervansaray Dağları, sağ tarafta Kındam, Ökse, Petlas, hayal meyal Organize Sanayimiz, Polis Okulu ve ta uzaklardan Şeker Fabrikası’nın kokusu geliyordu. İkizarası, Karabacak, Çaydeğirmeni, Selafur ve Özbağ’ına kadar uzanan eski güzellikleri olmasa da söğütlerin, iğdelerin, kavaklıkların, böğürtlenlerin arasından kıvrıla kıvrıla akıp giden Kılıçözü… Ah Kılıçözü her Kırşehirlinin anılarıyla dolusun.

Bunaldığımız, sıkıldığımız zamanlar olur çıkarız şöyle…
Dün yine büyük bir özlem içinde dostlarla çıktık Akbayır sırtlarına…
Kim bilir kaç kere çıkmış, kaç kere seyretmiştim Kırşehir’i oradan…
Seyreyledim Kırşehir’i, Akbayır’dan…
Tam karşımızda Kervansaray Dağları, sağ tarafta Kındam, Ökse, Petlas, hayal meyal Organize Sanayimiz, Polis Okulu ve ta uzaklardan Şeker Fabrikası’nın kokusu geliyordu. İkizarası, Karabacak, Çaydeğirmeni, Selafur ve Özbağ’ına kadar uzanan eski güzellikleri olmasa da söğütlerin, iğdelerin, kavaklıkların, böğürtlenlerin arasından kıvrıla kıvrıla akıp giden Kılıçözü… Ah Kılıçözü her Kırşehirlinin anılarıyla dolusun.
Bütün bunlar sizler gibi beni de duygulandıran, heyecanlandıran, anılarımızı süsleyen mesire yerlerimizdi. Ne güzel günlerimizdi o günler. Berrak akardı, yüzerdik, yüzmeyi senden öğrendik Kılıçözü…
Akbayır’dan seyrediyorum...
Ahiler şehri, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun temellerinin atıldığı, Türklüğün, Türkçülüğün, Türkçe yazan, Türkçe konuşan Aşık Paşa’nın...
Ömrünü, varını yoğunu Kırşehir’de Türk Milli Eğitimi’ne harcayan, inadına “Türkçe ve Türk” diyen, soyadını bile Kırşehir’in Kılıçözü’nden alan, eski Belediye Başkanı “Koca Reis” Ziya Kılıçözlü’nün oğlu, Mücellit Ahmet Efendi’nin torunu, çocukluğunun geçtiği Akbayır’dan tuturuk toplayıp, dedesinin kahvesinin yaptığı, güzel adam, büyük adam, Prof. Dr. İlhan Kılıçözlü’nün...
Yine aynı mahalleli, aynı meşrepten, Kırşehir’in yetiştirdiği büyük sosyolog, büyük Türkolog Prof. Dr. Erol Güngör ve kardeşi, general Hidayet Güngör’ün çocukluklarını, gençliklerini yaşadığı Bağbaşı Mahallesi’nin Akbayır’ından şehrime bakıyorum, bakıyorum da baktıkça ne görüyorum biliyor musunuz?
Bir garip, bir garip gözüküyordu Kırşehir...
Çocukluğumu, gençliğimi yaşadığımı tarih ve kültür şehri diye övündüğümüz Kırşehir!
Yitip giden bir güzelliği avuçlarıma alıyor, öpüyor, okşuyor, seviyorum onu.
Ölümsüz bir kalıba sokuyorum yaşamı…
Kırşehir’in kent merkezinde yürütülen altyapı çalışmaları insanları canından bezdirdi. Kafası kızan bir yerleri kazıyor, kırıyor ve öyle bırakıp gidiyor.
Bütün cadde ve sokaklarımız kazıldı, kırıldı, yaşanmaz hal aldı. Kırşehir 50 yıl öncesine döndü. Yetkililer sabır ve hoşgörü istiyorlar.
Böyle bir ortamda siz olsaydınız ne yapardınız?
İşte biz bir grup dostlar, hemşehriler öyle yaptık.
Akbayır’a çıktık, seyrettik Kırşehir’i. Buralarda da yol yok, her taraf kırık-dökük! Buraları kim yapacak? Buraları ziyarete gelen gurbetteki Kırşehirliler dönüşte ne düşünürler bilemiyorum.
Eh ne yapalım, Kırşehir’de yaşıyoruz.
Bütün bunları görmek, yaşamak Kırşehirlilerin kaderi olsa gerek!
Başka illerde nedense böyle çalışmalar halkı bıktırmaz.
Hep söylerim ya!
Sonbaharın son günlerini yaşıyoruz!
Havalar soğudu, bağ ve bahçelerde sobalar yandı, hazan aldı her tarafı.
Dumanlar tütüyor, sevdiğim Kırşehir’in üzerinde.
Bu mevsimler değil mi beni hüzünlendiren… Elemler içinde bırakan…
Sormayın bir zaman tünelindeyim sanki…
Bakıyorum Kırşehir’in bağlarına, bahçelerine de yeşilli, kahverengili dallar, kırmızıya, bordoya, sarıya dönüşmüş sarmaşıklar…
Çürümüş yaprakların devingen kokusunu çekerim içime…
Yaz bitmiştir artık.
Uzun uzun bakıyorum, seyrediyorum gökyüzünü.
Gökyüzü acemi, gökyüzü yapayalnız, geceleri buz gibi…
Yaz akşamlarında yıldızlarla konuştuğum, torunlarımla saklambaç oynadığım saatleri hatırlar, özlerim, nedense.
Elif’in, Gaye’nin, Onur Alp’in koşuşturdukları gözlerimin önünde…
“Hadi dede beni bul” diyen torunlarımın seslerini özlerim, gözlerim dolar ağlarım. Doyamam ağlamanın tadına. Sonra gerçeğe dönerim, gerçekleri düşlerim.
Dostça ağaçlarla, dostça denizlerle, dostça taşlarla, dostça güneşle, dostça yağmurla hiçbir bağından kopmadan…
Ve haykırmak istiyorum Kırşehir’in Akbayır’ından…
Cemal Süreya’nın şu dizeleriyle:
“Eylül’dü.
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü.
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü.
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya... Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.”

İşte hayat kimilerine göre böyle bir şey!
Hayat insan sevgisiyle yaşanır hale gelir mi ki?
Gelir, gelebilir…
Hayal etmek de güzel…
Önce doğayı seveceksin…
Çiçekleri, böcekleri seveceksin.
İnsanları olduğu gibi kabul edip seveceksin, sevebilirsen kusur aramadan tüm insanları seveceksin.
İşte o zaman dünyamız güzelleşecek.
İnsanlar birbirini daha çok sevecek.
Dünyaya barış gelecek, dostluk gelecek.
Barışık dünyada yaşamak güzel olacak.
Şiirin parçaladığı yerde yeniden doğan ve çoğalan hayat, bir mavi sularla buluşabilir mi?
O zaman yazıma noktayı koyuyorum.
Hey Kırşehir, selam sana Akbayır’dan!
Baktım da sana dün yine Kırşehir…
Yine bir garip… Bir gariptin!..