Kırşehir’de esintili, yağmurlu bir gecenin ardından doğan güne merhaba diyorum… Kimi zaman güneş ışınlarıyla, yağmur damlalarıyla birlikte toprağa düşerken… Kırşehir’in Kervansaray dağlarında yedi rengi alan gökkuşağı oluştuğunu seyrediyorum… Haziran’ı da uğurlamaya hazırlanıyoruz. Yılın yarısı geçti gidiyor… Yağmurdan sonra oluşan gökkuşağına bakarak dedim ki: Böyle bir andır ki, güzelliğini insan kardeşlerimizle paylaşmak için ya resmini yapmak, ya fotoğrafını çekmek, ya da benim gibi yazısını yazmak gerekiyordu… Sanat bu yolda oluşur, paylaşım hayalden güç alır… Sabahın ilk ışıkları odamın penceresinden süzülürken, bahçemdeki ağaçların, çiçeklerin, güllerin yüzünün güldüğüne tanık oluyorum… Bahçemdeki kayısı ağacının altına oturmuşum böyle bir yazıyı kaleme alıyorum… Yaşanan anın böyle bir yazıyla tarihe not düşmek adına yazılması gerekiyordu benim için, ben de öyle yaptım… Eşzamanlı anlar olsa gerek bunlar… Acı… Hüzün… Umut… Sevinç… Tüm dünya da bunlar yaşanırmış… Bahçemde ki kayısı ağacına bakıyorum üzülüp, elem duyuyorum… 23 Nisan da pek çok ilimize kar yağmıştı.

Kırşehir’de esintili, yağmurlu bir gecenin ardından doğan güne merhaba diyorum…
Kimi zaman güneş ışınlarıyla, yağmur damlalarıyla birlikte toprağa düşerken…
Kırşehir’in Kervansaray dağlarında yedi rengi alan gökkuşağı oluştuğunu seyrediyorum…
Haziran’ı da uğurlamaya hazırlanıyoruz. Yılın yarısı geçti gidiyor…
Yağmurdan sonra oluşan gökkuşağına bakarak dedim ki:
Böyle bir andır ki, güzelliğini insan kardeşlerimizle paylaşmak için ya resmini yapmak, ya fotoğrafını çekmek, ya da benim gibi yazısını yazmak gerekiyordu…
Sanat bu yolda oluşur, paylaşım hayalden güç alır…
Sabahın ilk ışıkları odamın penceresinden süzülürken, bahçemdeki ağaçların, çiçeklerin, güllerin yüzünün güldüğüne tanık oluyorum…
Bahçemdeki kayısı ağacının altına oturmuşum böyle bir yazıyı kaleme alıyorum…
Yaşanan anın böyle bir yazıyla tarihe not düşmek adına yazılması gerekiyordu benim için, ben de öyle yaptım…
Eşzamanlı anlar olsa gerek bunlar…
Acı… Hüzün… Umut… Sevinç… Tüm dünya da bunlar yaşanırmış…
Bahçemde ki kayısı ağacına bakıyorum üzülüp, elem duyuyorum…
23 Nisan da pek çok ilimize kar yağmıştı. Soğuğu ve ayazı tüm ağaçları dondurdu. Kırşehir’de de meyve yüklü kayısı, kiraz, vişne, ceviz ağaçlarını kurutmuştu adeta…
Bir de 5 Haziran akşamı Kırşehir’de de yaşanan müthiş fırtınadan dolayı bütün meyve ağaçlarındaki meyveler yerle bir olmuştu. Ne yapalım Allah’tan gelmişti. Bir doğa felaket idiydi…
Yine de umutluyuz…
Tepemdeki kayısı ağacının yaprakları hışırtı çıkartıyor. İsteksiz, sessiz ve üzgün bir şekilde…
Az da olsa dostlarla paylaşacak kadar kayısılarımız olacak…
Haziran sıcakları tepesine çökecek ve hepsini olgunlaştıracak…
Kayısı ağacı dedim de çok sevdiğim 1947 yılında yazdığı şair Abdülkadir Meriçboyu’nun anlamlı dizelerini yazıma alıyor ve siz okurlarımla paylaşıyorum:
“Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir'in Dinekbağı'ndan.
Küçücük bir ev önünde yaşarım yapayalnız.
Yılda bir çiçek açar, yılda bir kayısı veririm, avuç içi kadar.
Yaz olur, bir kadın silkeler dallarımı,
Bir çocuk yerde bağırır, güler,
Bense hoşnut olurum.
Hem zaten benim ne söğütler gibi nezaketim vardır,
Ne kavaklar gibi gururum.
Ben bir kayısı ağacıyım Kırşehir'in Dinekbağı'ndan.
Dinekbağı'nda üç insan severim,
Bir çocuk, bir genç kadın,
Bir genç adam, benim kadar sessiz sedasız,
Benim kadar halim selim.
En güzel Ay nisan ayı, toprak yumuşak yumuşak, en güzel ay nisan ayı.
Yağmur yağdı, çiçek açtı, bir hoş oldu içerim,
En güzel ay Nisan ayı.
Kavaklar uzakta upuzun, bir sağa, bir sola, başı döner kavakların.
Ben bir kayısı ağacı, başımda çiçeklerim.
Ben bir kayısı ağacı, üç insan severim:
Bir çocuk, bir genç kadın, bir genç adam.
Çocuğun adı Ahmet, kadının adı Fatma, adamın adı İbrahim.
Ahmet küçük ve sarı,
Fatma tombul ve beyaz,
İbrahim uzun ve narin.
Bir tek toprak odaları var üçünün,
Toprak odanın bir tek penceresi.
Ben bir kayısı ağacı, bazen eğilir bakarım odaya,
Yerde bir eski yatakla yorgan görürüm,
Duvarda bir eski kırık ayna,
Yerde bir eski kilim, bir eski hasır.
Bir kayısı ağacı, bazen eğilir bakar odaya, çiçeklerinden utanır.
Dün gece, gaz yakamadılar,
Ayışığında gördüm üçünü.
Üçünün suratı asık.
Önce oturup zeytin ekmek, taze soğan yediler,
Sonra baktılar birbirlerinin gözüne, sonra esnediler.
Gökyüzü bembeyazdı.
Gökyüzü çiçeklerimin renginde.
Gökyüzünde kavaklar…
Fatma uzandı İbrahim'in yanına, sağa döndü.
Tombul, beyaz yüzü pencerede,
Gözleri açık durdu sabaha kadar…
Çiçeği en önce kayısı döker.
Ben bir kayısı ağacıyım, döküyorum çiçeklerimi.
Yer beyaz beyaz, başım yeşil yeşil, kayısılarım memede.
Haziran gelecek, güneş yakacaktır tepemi,
Kayısılarım balla, şekerle dolacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım,
Haziran gelecek, avuç içi kadar kayısılarım Ahmet'in ekmeğine katık olacaktır.
Ben bir kayısı ağacıyım.
Kötü bir düşüncedir almış beni.
Geçti bağları budama zamanı, dedim,
Dedim, çarşıda dört döner İbrahim,
Dedim ekmek parası, zeytin parası, gaz parası.
Dedim, insanlar neden yaşatılmıyor ağaçlar kadar olsun.
Ben bir kayısı ağacı.
Fatma'nın, İbrahim'in, Ahmet'in yumurtası, şekeri, eti.
Gittikçe artmakta kederim.
Günlerden pazartesi…
Gene geldi, elinde çanta, o şişman adam.
Şişman adam bir düşman gibi beni seyreder,
Ben şişman adamı bir düşman gibi seyrederim.
Durmuş İbrahim kapıda,
Yüzü dalgın ve sinirli, bakıyor eli çantalı şişman adama.
Şişman adam uzattı gövdeme elini,
Pencereden korkmuş kuzular gibi baktı Ahmet,
Büktü boynunu kuzular gibi.
Ben bir kayısı ağacı.
Gövdemde sarı kağıt.
Yol parasını verememiş İbrahim,
Verilmiş haciz kararı.
Yapmayın, dedim.
Yılda bir çiçek açarım, dedim.
Etmeyin, dedim.
Ekmeğe katık oluyor kayısılarım, dedim.
Bir öğle vakti baktım, kavaklar uzakta upuzun,
Bir sağa, bir sola.
Ben kışlık odun, altı lira”