Atatürk Yolunda
“GERÇEĞİ KONUŞMAKTAN KORKMAYINIZ”
Atatürk

Atatürkçülüğü, Atatürk’ün yaptığı yeniliklerin, savaşların kronolojik ifadesi, şeklinde yalın bir ölçüye sokmak mümkün değildir. Saltanatın, hilafetin, eski yazının şeriat hukukunun ve benzerlerinin kaldırılması şeklinde bir yargıya varmak, en azından bu düşünceyi bilmemektir. Bu yazımızda Atatürkçülüğün bir hayal ve çıkar işi olmadığı üzerinde duracağız. Bunun için, tek dayanağımız kendi düşüncelerimiz değil, Mustafa Kemal Atatürk’ün, yaptıklarının anlamıyla, Atatürk’ün özdeyişleridir.
Atatürkçülük, pozitif-determinist akılcı bir yöntem kılavuzluğuna dayanır. Bu kesin bir yargıdır. Canlı, dinamik, sağlıklı, hür düşünceli bir anlam taşır. Amaçladığı insan, buna göre şekillenecektir. Bu insan, durmayan, her zaman yenilenen yenilik yanlısı bir tiptir. Romantik duygulardan, hayalden mistik saplantılardan uzak gerçekçi bir karaktere sahiptir. Ulusal ve hümanist bir yapıya sahiptir. Ulusal anlayışı, anti emperyalist, anti kapitalist bir görüşten yola çıkar. Her alanda kendine yeten bir ülkeyi amaçlar. Duyguları yüksek, enerjiktir. Bedbin değil iyimserdir. Menfaatçi değil, yurtseverdir. Bölücü değil, birleştiricidir. Durgun değil, ataktır. Ulus malını kutsal bilir. Toplumun zararına olan hiçbir eylemi kabul etmez. Ulusun malına göz dikmez. Kişisel tutkudan çok, ulusal tutkuyu sever. Atatürkçü insan, cehaleti en büyük düşman bilir. Öyle bir cehalet ki, yalnız okuma-yazma bilmemekte kalmayan giderek yüksek okul bitirmişleri bile kapsayabilen çok yaygın, Atatürkçü hür düşünceden yoksun öldürücü, yıkıcı bir cehalet! Diplomalı cehalet!
Demokrasinin ‘’zorba yönetimi’’ olduğuna inanmışların cehaleti! Demokratik düşünceye ulaşmışların cehaleti! Zaten en kötü cehalet de budur. Bildiğini zanneden çıkarcı, tutucu, gerici… diplomaların içine düştükleri cehalet… En tehlikeli cahil, bildiğime inanmazsan, seni öldürürüm, diyecek denli gözü dönendir. Bildiğimin dışında gerçek yoktur, diyendir. Oysaki gerçek Atatürkçü bilim, gerçek ve insanlığın dışında hiçbir şeyle oyalanmaz.
“Hangi şey ki akla mantığa ulusun çıkarına uygunsa hiç, o kimseye sormayın şey dindir’’ diyecek kadar gerçekçi olan Atatürk’ü hala anlayamamış olmak, birlik ve beraberliğimize indirilen darbedir. Bu düşüncede esas olan, akla uygunlukla ulusun çıkarıdır. Zümre çıkarı için, milyonlarca insani uhrevi alemin avuntusuna itmenin gerçek Atatürkçülükle ilişkisi yoktur.
Atatürk’ü sevmek Atatürkçü ulusal düşünceye varmakla mümkündür. Bu ise, eğitim-öğretim, kültür işidir. Demokratik eğitime göre şekillenmemiş kişilerle ne demokrasi kurulur ne de Kemalizm. “Şimdiye kadar takip olunan eğitim ve öğretim usullerinin milletimizin gerileme tarihinde en mühim bir sebep olduğu kanaatindeyim.’’(2) dediği halde O’nun Kurduğu Cumhuriyeti kaldırdığı eğitim-öğretim kurumları ile yıpratmanın anlamı nedir?
Ulusumuzun yüzyıllar boyu geri kalmasında önemli neden olan zihniyetin işlendiği kurumları yeniden açmanın; Atatürk’e en büyük ihanet olduğunu bilmek zorundayız. Öyle ki, O’nun kaldırdığı anlayış, o zamandan daha dinç ve genç olarak yeniden canlanmış bulunuyor!
Atatürkçü dünya görüşünde, ne illerden ilçelere taşmaya başlamış olan yüzlerce imam-hatip okulunun yeri var, ne de sayıları binleri bulan izinli (!),İzinsiz Kur’an kurslarının!.. Bilimden başka bir yol gösterici kabul etmeyen Atatürkçü görüşte teolojik iddiaların yeri yoktur. Atatürk binlerce tarikatçı ile değil, binlerce fabrika ile birinci olmamızı önermiştir.
Oysaki mevcut yöntemin doğrultusu bu amaçtan saptırıcıdır. Modern toplum, sanayi toplumudur. Bunun ötesi yoktur. Öyle oldu ki, yöneticilerimizin çoğu, “Ben Müslümanım’’ sloganı ile yeni bir dalkavukluk şekli yarattılar. Din sömürüsü, din ticareti siyasetle özdeşleşti sanki aksini iddia eden varmış gibi, bunu bir övünme nedeni yaptılar. Görevi bırakıp camiye koşmayı yurt severlik diye yutturmaya çalıştılar geçmişte. Kişisel inançlarını, topluma hizmet inancına yeğlediler. Bunu yapmayanları da ‘’komünist’’ ilan ettiler. Böylece daha çok değer kazanma cehaletine gömüldüler.’’ Müspet bilimlerin temeline dayanan güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir kuşak yetiştirmek ana siyasetimizin açık delilidir. ‘’(3)
Yetişecek kuşakların güzel sanatları seven, fikir ve beden terbiyesi yüksek, erdemli ve güçlü olmalarını öneriyor. Güzel ama opera yakan, sanat merkezi, konferans basan gençleri kim yetiştirdi? Sokaklar da aylak aylak dolaşan, işsiz güçsüz, cılız seks hastası gençlere ne demeli? Şort giyen kadınları tekmeleyen cahil sürüleri nasıl yetişti? Tiyatro sanatçılarının saçını, sakalını yolan, onlara saldıranları ve de Atatürk’e saldıran yüzlerce madrabazı da bu iktidarlar yetiştirdi.
Atatürk, yorucu, en zor işleri on yıla sığdırdı ama, biz bir toprak reformunu, eğitim reformunu 1942’den bu yana yapamadık. Yapılanları da köstekledik. O’nun önerisine göre kurulmuş olan Köy Enstitülerini çarçabuk yutuverdik. Amerikalı Eğitimcilerin bile takdir ettikleri bu muazzam kuruluşları yerle bir ettik. Oysaki Atatürk: ‘’Emek karşılığı olmayan bir hak mevcut değildir’’ (6) diyordu.
Buna göre kazanmadan, alın teri dökmeden yan gelip keyif çatmanın, mutlu azınlığın Atatürkçülükte yeri yoktu. Bu ülkede O’nun deyimiyle hak sahibi olmak için herkes çalışacaktı. Hani nerde? zalim Kapitalizmin de yeri yoktur bu görüşte. Kemalist doğrultuda yapılan toprak reformunu elbette GENİŞ araziye sahip ağa milletvekilleri önlemek isterler. Bunu olağan karşılamak gerekir. Kemalist kültür almamışlarla Kemalist yöntem uygulanır mı? Şaşılacak şey doğrusu! Gerici, çıkarcı, tutucu çevrelerin ‘’Kemalist Yöntem’’i sindirmeleri olanaksızdır. Bu anlayışta olmayanlarla bu sorumluluğu duymayanlarla uygarlaşmak mümkün değildir. Cicero’nun dediği gibi, “bir insanı uygarlaştırmak için işe ninesinden başlamak gerekir.’’ Pozitif doğrultuda eğitilmemiş olanlarla yenilik aşamalarına girmek hayaldir.
Şunu kabul etmek zorundayız: Bu tür olumsuzlukların sorumlusu Mustafa Kemal değildir. Halkımızın Cumhuriyetçi bir anlayışa ulaşması, Cumhuriyeti maddi yaşantıda şekillendirmesi mümkün olmamışsa, sorumlusu çıkarcı politikalardır. Ulusların yaşamında, tüm sorunların bir hamlede, yalnız bir kişi tarafından çözümlendiğine ait hiçbir belirti yoktur. Büyük adamlar ancak gidilecek yolu ve yöntemi gösterirler. Bundan sonrası kuşakların işidir. Çünkü ulusun ihtiyacı olan yenileşme eylemlerin niteliği kestirilerek, nedenleri belirtilerek reçete vermek, olağan değildir.
Her şeyden önce toplumsal kanunlar ağır basar. Atatürk, ileri toplum düzenine ulaşmamız için gerekli yolu gösterdi, metodunu koydu. Engelleri kaldırdı. Ama bu engeller, çıkarcı gerici, tutucu… çevreler tarafından yeniden meydana çıkarılmışsa bundan sorumlu kişi, Atatürk değildir. Dünyaya dar açıdan bakıp, ülkemizi ulusların dışına zannedenlerdir. Olumsuz sonuçların ortadan kalkması, bir daha görülmemesi ancak bu olumsuzluğu doğuran nedenlerin yok edilmesiyle mümkündür. Veremli bir hastayı öldürmektense, veremin nedenini yok etmek, daha hayırlıdır.
Şimdi düşünelim: şu andaki geri kalmışlığımızın nedeni nedir? Hiç şüphe yok ki bilim ve akıl yolunda birleşmiş bir ulus olmamızdır. Modern eğitim-öğretim dışında kalmamızdır. Daha feodaliteyi bile ortadan kaldırmış olmamamızdır. Doğunun uyuşuk kafasıyla, Batı’nın uyanık, hür kafasını yan yana yaşatmamızdır. Eğer her çıkar, kendi savunucusunu yaratıyorsa, ilk saldırı çıkarcıya değil, onu çıkarcı yapan neden yapılmalıdır. Çıkarcı desteksiz kalınca çıkardan da söz edilemez. Çünkü toplumsal olaylarda “neden’’ siz hiçbir sonuç yoktur. Sonuç kötü ise, bu kötü sonucun kötü nedeni var, demektir. Yağmurun nedeni buhardır. Toplumdaki huzursuzluğun nedeni de sosyal adaletsizliktir. Hani bizim sosyal adalette bir olma hamlemiz? Haksızlıkların, yolsuzlukların ve kısa yoldan milyoner olma anlayışının devamı süresince huzurdan söz etmemiz biraz safdilik olmaz mı? Çünkü mevcut anlayış, huzursuzluk nedeni olmada başka hiçbir şeye ihtiyaç duymuyor. Sosyal güvensizlik, işsizlik, sosyal adaletsizlik!