Bu yazı altı sene önce bir ulusal, birde yerel gazetede yayınlanan bir yazı. Yani şimdiki gelinen durumu altı yedi sene önce görerek kaleme almışım.

Bu yazı altı sene önce bir ulusal, birde yerel gazetede yayınlanan bir yazı. Yani şimdiki gelinen durumu altı yedi sene önce görerek kaleme almışım. Ziraat teknisyeni ve köylü kökenli olmamdan dolayı hayvan nasıl yetiştirilir, besicilik nasıl yapılır, bunları yıllar önce atalarımızdan gördük ve onların zamanında, şu andaki gibi bir et sıkıntısı çekmedi Türkiye.
Şimdiki gibi mandıralara kapatılan binlerce hayvandan bahsedilmezdi. Kırşehir’deki köylerde yaşayan her vatandaşın üç-beş sağmal ineği olur, doğan yavrulardan damızlık vasfı taşıyanlar damızlık olarak bırakılır, erkek ve fazla olan hayvanlarda doğal olarak otlar akşamları da evde bazı takviye yem verilerek pazara hazırlanırdı.
Şimdiki gibi saman almak veya takviye kesif yem almak yoktu. Her köylü ufakta olsa çiftçilikle uğraşır veya bağ bahçesi olanda ihtiyacı olan sebze, meyvesini yetiştirir fazlasını da pazarda satardı.
Ya şimdi (?)
Şehrin varoşlarında okutmak istediği çocuğu veya torununun arkasında gelip yerleştiği mahallenin marketinde ithal sebze ve meyveyle beslenmeye çalışıyor. Doğal yumurta, doğal süt, yoğurt, peynirin tadını unutarak ne olduğu belli olmayan raf gıdaları ile tıkınmaya alışırken, köy ekmeğinin nasıl yapıldığını bilmeyen köy kentliler yokluk içerisinde, ya yaşlılık ya da dul aylığı ile kalan ömürlerini doldurmaya çalışıyorlar.
Bu duruma nasıl geldiğimizin tarihçesi, 1970´li yıllarda başladı. Zamanın günlük yaşayan politikacılarının kendi çıkarları için tarım ve hayvancılığı getirdikleri durum ortada. Tekrar eski duruma getirmenin mümkün olmadığı ve olamayacağı aşikâr.
Peki, ne yapmak lazım, bu sorunun cevabını teknisyen ve danışman adı altında yüksek kademede aylık alan kimselerin vermesi gerekir, gerekir değil çözümü bulması lazım.
Benim çözümüm ne, bu on sene belki daha fazla bir zaman alır. Aynı zamanda yer altı içme suyu kaynaklarını da korumuş ve kurtarmış oluruz.
Şunu da hatırlatmak isterim. Avrupa’da mandıralar ve hayvan besiciliği yapılan yerlerin, kaynaklara en az beş km olması lazım ve ayrıca şerbetlerin birikmesi için havuzlar yapılır burada biriken pislikler tankerlerle arıtma tesislerine veya içme suyu kaynaklarına uzak olan tarlalara kış mevsiminde dökülür. Dikkat edin kış mevsiminde, yaz mevsiminde değil.
1-Peyder pey mandıraları kapatmak, hele büyük holdinglerin elindeki hayvanları fahiş bedel üzerinde et balık kurumlarına vermek.
2-Doğacak boşluktan yararlanarak fahiş fiyata et satmak isteyenlere ağır cezalar uygulamak.
3-Taşımalı eğitim sisteminden en kısa zamanda vazgeçmek, köy kent projelerini faaliyete geçirerek, köylerin nüfus yoğunluğuna göre okulları tekrar köylere taşımak. Nüfusu ve talebe sayısı az olan köylerin çocukları, devlet önderliğinde yakın olan okullara taşınarak, tarım gibi tuş olan eğitimi de belki kurtarma şansı olabilir.
4-Üreticinin elindeki damızlık vasfı olmayan hayvanlar tek merkezden toplanarak, satışında hayvan sahiplerine eşit oranda kar payı vermek. Yani bir nevi kooperatif çalışması örneği. Hemen parasını isteyene ödemesi yapılabilir. Beklemek isteyenlere de daha fazla kar payı alacağının garantisi verilmeli.
Belki daha mantıklı ve üreticinin kabul edeceği alternatifler düşünülebilir.
Temel gıda maddesinin olmazların da biri hatta en önemlisi sayılan et üzerinde oynanan ahlaksız oyunları, yürürlükte olan kanunla yasayla önlemek mümkün değil. Zaten öyle olmuş olsaydı yıllardır bu problem ortadan kalkardı. Bu sorun bireysel olarak veya toplum gayretleriyle çözülecek meselede değildir. Problemin çözümünde Hükümet yasalarla ağırlığını koyarken ekonomik olarak masanın başında her zaman yumruk vurabilir hissini uyandırması lazım.(Soyulmuş yumurta ithal ederek değil)Esas sorunun temelinde tarımın kurallarına göre yapılmayışı ve bilinçsiz işletmecilik yatar.
Şöyle ki, her nesil değişikliğinde varisler tarafından parçalanan tarım arazilerinin belediyelerinde yardımıyla maksadı dışında kullanıma açılışının çok büyük katkısı var. Tarım ve hayvancılık birbirini tamamlayan sektörlerdir. Daha önemlisi bu sektörü ayakta tutan eğitimli ve bilinçli nüfusu kentlere çekersen, hiç bir zaman et temininde dışarıya bağımlılıktan kurtulunulamaz.
Bu uygulamalarda yasal boşluklarda istifade etmeyi iyi bilen at cambazları et cambazlığına terfi eder ve de etmiştir de. Buna paralel olarak illegal işletmeler ve merdiven altı olarak tabir edilen denetimsiz kuruluşlar devreye girer. Zaten yasal olmayan kurumlar, yasal olmayan yollarla ham madde yani et temininde her yolu deneyerek halkın sağlığı ile oynamada bir sakınca görmez. Dünyanın hiç bir yerinde anız yakarak, tarım arazilerinde yabancı ot ve haşerelerle mücadele yöntemi yoktur.
Her sene hasat mevsiminden sonra yakılan tarım arazileriyle beraber otlak alanlarının yandığını, hiç tepki göstermeden merakla izleriz. Otlak alanı yani hayvanın sofrasını yakarsan hayvanlar nerde karnını doyuracak ve suni olarak beslemeye çalışılacak buda maliyeti artırdığı gibi et kalitesini de düşürecek. Belki kasıtlı olarak bu tip uygulamalarda cambazlar devreye girer. Bu cambazların içinde çok büyük holdinglerin olduğunu unutmayalım ve bunlar boş kalan ortamı değerlendirmesini çok iyi bilirler.
Piyasada et fiyatlarının oluşumunda büyük rol oynarlar. Ellerinde yüzbinlerce hayvanın piyasaya sürülmesi veya geri çekilmesiyle pazarın nabzını ellerinde tutarlar. Bunların üretime hiçbir zaman katkısı olmaz, pazarda damızlık besilik ayrımı yapmadan hepsini süpürür derecede kontrolü altına alırlar. Daha başka bir yöntemle yurt dışında kaçak yollarla getirdikleri hayvanlara sahte kulak numarası takarak piyasaya iterler. Bunun sakıncası ve zararları anlatılamayacak kadar çoktur.
Birincisi yerli üreticiyi köşeye sıkıştırarak elindeki malı ucuza kapatmak.
İkincisi dış ülkelerde hayvanların üretiminde maliyetin çok düşük olması sebebiyle kar oranı yüksek ve iştah kabartır.
Arjantin Avusturalya Yeni Zelenda gibi ülkelerin yabani olarak yetiştirdiği milyonlarca hayvanların hiçbir kontrolü yok ve bu mümkünde değil, bu hayvanlar nerdeyse kilosu bir dolara müşteri arar ve de çokça bulur bunlardan bir tanesi de Türkiye’dir.
Hac zamanında Sudi Arabistan’da kesilen kurbanların ana membaı bu ülkelerdir. En tehlikelisi art niyetli ülkelerin, sattığı hayvanlara çeşitli hayvan hastalıkları bulaşma riskini garanti etmemektedir.
Peki, çözüm yolu nedir bu hükümetlerin tarım politikasıyla beraber topluma sunmaya çalıştığı değişik yardım fonlarını bir düzene sokması gerekir. Yardım fonlarının seçim malzemesi olarak kullanılması da ayrı bir sorun. Halka karışık ve sağlıksız gıda sunan kuruluşların yaftasına ve markasına bakılmaksızın en ağır cezalarla piyasadan lağvedilmesidir, hatta bütün mal varlıklarına el konularak sahiplerine geçinmesine yetecek kadar aylık bağlanarak piyasadan el çektirilmesi en uygun davranış olur.
Devlet olarak, resmi et kombilerini ve et balık kurumu gibi kuruluşları merkez bankası misali devreye sokarak piyasayı kontrol etmesi gereklidir. Buna paralel olarak sıkı denetim altında aile çiftliklerine ve küçük üreticilere teşvik pirimi ile destekleyerek üreticilerin elindeki malları alma garantisi uygulanması da yararlı olacağı kanısındayım.
Tarım arazilerinin parçalanarak küçülmesine ve tarım dışında kullanılmasının önüne geçilmesi ve acil bir çözüm üretmek belki de devlet tarafından işletilerek hak sahiplerine belli bir pay vererek tarımın ve hayvancılığın yok olmasını önlemek ancak devlet gücüyle olur.
Böyle bir uygulama değişik rejim çağrıları uyandırsa da, ağır sanayi ile tarımın beraber yürümesinde en uygun seçenektir. Belki de daha başka uygulamalarla, küçük üreticiler mağdur edilmeden yürütülebilir. Başka türlü bu cambazın sopası kırılmaz.