Kırşehir dahi dayanamıyor artık gafletine sistemin. Sosyal, ekonomik, ahlâk, gelecek dinamikleri üzerine kurulu bütün koşullar darda ve zorda.

Kırşehir dahi dayanamıyor artık gafletine sistemin. Sosyal, ekonomik, ahlâk, gelecek dinamikleri üzerine kurulu bütün koşullar darda ve zorda. Bu yüzden umudun ve mutluluğun adını okuyup, yaşayacak hiç bir zemin yok. Tam da burada halkını ve ülkesini gerçekten sevenlerin, yalakalıktan uzak kalemleri kılıç olup çıkıyor toplum önüne.
Kırşehir’de dolaşıyor ve gözlemliyorum. İnsanlar umutsuz, çaresiz… Kendi derdine düşmüş. Artık insanlar kendi kendine konuşuyor…
Yok mu Kırşehir’deki bu insanlara uzanacak bir yardım eli diyorum?” sonra ben de onlar gibi umudumu kesiyor, içime kapanıyorum.
Yok, yok diyorum “bir şey olmaz” diyorum…
Yok yok diyorum “Kırşehir bir yere gitmez” diyorum…
Yok, yok diyorum “bencil bir toplum, umutsuz bir toplum, kaderine terk edilmiş, kaderine razı olmuş bir toplum nasıl olur?” diye soruyorum, ama içinden bir türlü çıkamıyorum.
Oysa Kırşehir “demokrasi gazisi” bir şehrin adıdır diyorum…
Demokrasi uğruna çekmedik çile kalmamış, ezilmiş, zorlanmış, baskı ve zulüm görmüş, cezalandırılmış ama inadına demokrasi demiş bir memleketin adıdır Kırşehir…
“Kırşehir bugün neden böyle oldu?” diyorum kendi kendime yine verecek cevap bulamıyorum.
Evet, bazen güzel gelişmelerden bahsetmek istiyor, yaşadıkları ve yazdıklarıyla insan.
Meselâ barıştan, kardeşlikten, bir arada yaşamdan…
Hürriyetten meselâ. Özgürlükten, refahtan, istikrardan...
Bütün bir halkın sırtını huzurla dayadığı yaşanılası bir Türkiye’den…
Ne var ki, ülke dip dalgalarla her gün biraz daha kapana sıkıştığını hissettiriyor.
Anadolu baskılarla, dayatmalarla, ölümlerle, hesaplaşmalarla kuvvetle tüketiliyor. Bir iktidarın, bir felsefenin, bir devletin bütün yıkımları dehşetle düşüyor ömrümüze.
Ekonomi, gelişim, bilim, kültür, barış; bütün genleriyle bir ülke, karanlığa süratle koşuyor.
Son yıllarda ne çok tabut çivilendi ömrüne çocukların.
Van’da ne çok koptu yüreği annelerin, çocuklarının hayatını ısıtabilmek için.
Uludere’den ölüm türküleri ile geçmediler mi, doğuda çözülemez yoksulluğu katırlarla taşıyanlar?
Reyhanlı’da babaların omuzlarında sarsıldı bombalar, bulutlara karışan çığlıklarla.
ODTÜ’de ağaçların ardına saklandı güvercinler, geleceği ve bilimi korumak için, olası bir kurşuna karşı.
GEZİ’de cayır cayır yandı mermiler, sanırsın yurdu Yunan Ordusu kuşattı.
Mustafa Kemal’in suçu neydi? Edilmedik sövünme kalmadı!
Hata etmiş canım Paşam, o da tıpkı sizler gibi maaşını alıp yan gelip yatsaydı, mülk kralı olsaydı, gözünüzde büyük adam olurdu.
Maden ocakları kan kokuyor. Hala sarsılıyor bedeni; oğlunun yüzemediğini hıçkıran Ayşe Nine.
Tekme darbeleriyle yıktığınız o madenci yakını kimin?
Geçmişin karanlıklarından sıyrılmış cezaevleri ne çok aydınlandı yine, ne çok postal seslerine tanık oldu, ne çok siyaset tarihi yazdı.
Emel Ana hala Oğlu Ali’yi arıyor, Ali’nin adaletini arayan savcının yok edilişinin dehşetiyle.
Halkın ekmeğini alıp bu hayattan koşup giden çocuk, uyuyor musun?
Recep Amca’nın utancımın duvarlarında asılı o yırtık papuçları, bir bürokratın hediye papuç komedisini hatırlatıyor hala bana.
Barış açılamadı hala barışa.
Hukuk sıvıştı aradan, adaletin tartısı yok.
Sanayi yok, tarım yok, aş yok, iş yok, üretim yok.
Beton var, arsa var, son model teknik teknolojik araçlar var, rant var, ‘’güç ben de’’ diyen iktidar var.
Sana ve bana ise; gelirsiz tüketim var.
Bankalarda tuzağı kurulmuş kredi var.
Vergi var, ceza var, eğitimde müdürlükten alınıp öğretmen olunma var.
Paralı eğitim, paralı sağlık var.
948 TL asgari ücrete karşı 600 TL. kira var, zam delisi elektrik var, gaz var, su var.
Kısaca bir taraftan ömrü tüketilmiş bir halk, diğer taraftan doymayan bir siyaset, bir sitem, bir iktidar var. Büyüyen devlet küçülen halk var. Büyüyen devlet küçülen ekonomi var.
Bu halkın vebali ödenmez. Böyle bir sistemle böyle giderse bu halkın derdi de bitmez.
Bütün eksenleriyle kuşatılmış bir Türkiye için, genel seçimlere giderken, Kur-an elde günahlardan arınmanın geçici metotlarını arayarak halkın vicdanına bir reis olarak gelmek, ne kadar caiz bilemiyorum.
Kendi güç dengesini oluşturamadan, komuta merkezli hareket ederek siyasal ve devlet önderliği yapma hali ne kadar başbakan?
Kılıçdaroğlu da sormuştu bu soruyu; sahi 13 yılda ne çözüldü? 13 yılda çözümsüzlük kabuk bağlıyorken üstelik?
Demirtaş söylüyor; “Kul hakkı yiyorsunuz, delirene kadar yiyin.’’
Başka ne gelir ki elden.
Daha ne kadar dayanır bu ülke?
Daha neyi, nasıl ve niçin yaşamamız gerekiyor?
Bu ülkeye, bu halka, bu karanlığı yaşatanlara bir önerim var; bu kültürün, bu halkın, bu ülkenin sırtından ve iktidardan artık inin!..