Değerli dostum;
Her ne kadar kitle iletişim araçları günlük hayatımıza girdiyse de, sana bu mektubu yazmak gereğini duydum.
Dostum;
Siyasette eskisin. Pek çok parti değiştirdin. Pek çok boyacı küpüne girdin çıktın. Sorumluluk da aldın. Daha sonra birdenbire her nereden haber aldıysan bir harekete girdin.
Uğraştın, arkana pek çok destek aldın. Ağababaların güçlü ve de kuvvetliydi.
Sana bir görev verilmişti. Çalıştın çabaladın.
Ve de bu çabaların boşa çıktı. Açıkta kaldın. İstiskale uğradın. Çünkü sert kayaya çarpmıştın.
Mücadele senin şiarında vardı!
Bir sabit rakama çakılıp kalmış, bir baba geçinen aslında kof olan bir lideri olan parti sana sahip çıktı. Sana can suyu verdi.
Seni kendini yaşatmak için yaşattı. Aynı sembiyotik ilişki gibi.
Ödünç -ve de karaktersiz insanları- bünyene alıp canlanmak senin ağrına gitmedi. Çünkü "her yol mübahtı."
Gerçi o "kiralıklarda" bir sonraki seçimlerde milletvekili olarak satılmışlığın görece karlılığını anlayarak mutlu ve mesut bir hayata başladırlar da…
Burası da ayrı ve sosyolojik bir konu.
Ancak sen hedefine ulaştın ya…
"Makyevel" "Prens" adlı kitabında bu işin " elif-be"sini yazmış; sen de bu işi öğrenmişsindir de…
"Ödünç insan" alıp bir yerlerin sahibi olmuşsun.
Türkiye'nin altına dinamit koyup, ülkeyi Suriye, Irak, Libya gibi bölüp parçalamaya and içmiş, CİA beslemesi, satılmış insanlarla gizli gizli işbirliği yapmışsın; bebek katili insanlarla işbirliği yapmışsın. Milleti aptal yerine koyup, ayakta kalmayı başarmışsın.
Artık televizyonlarda verip veriştirmeye başlaman gerekirdi.
Peki…Verip veriştirdiklerin "ak süt müydü?"
Onlarında artısı ve eksisi elbette ki vardı.
Ancak, konu bu değil.
Konu: Kaypaklık, sıvışmak, seçmeni aptal yerine koymak.
Güncele gelelim:
Sistem, hükümet, devlet, Cumhurbaşkanlığı, Meclis, Danıştay bir karar almış.
"Ayasofya Kilisesinin cami olarak kullanılmasına mahal bir hal yoktur" demiş.
Bu karar Danıştay’ca alınmış.
Doğru ve yanlış tartışılacak bir durum değil.
Yasal bir karar.
Bu kararın doğrusu var; yanlışı var. Zamanlaması var; zamansızlaşması var.
Bence de eleştirilecek pek çok noktası var.
Ana muhalefet partisi her zamanki gibi çekinik…
"Oynuyorum" da diyemiyor, "oynamıyorum" da diyemiyor.
Pısırık bir rest çekiyor.
"Gelmiyorum" diyor.
Geçelim…
Sen değerli dostum: mahcup, mahcup. Tabanı ürkütmeden " Katılacağım" diyorsun.
Biliyorsun ki; tabanın da böyle istiyor.
Sorun burada başlıyor.
Öyle bir manevra yapayım ki; hem tabanım rahat etsin, hem de basın bana bir eleştiri getirmesin.
"Ne yapmalı?"
Lenin'in "Ne Yapmalı" adlı eserinden söz etmiyorum.
Gün görmüş geçirmiş siyasetçisi olan sen değerli dostumdan söz ediyorum.
Şapka çıkarılacak bir çözüm buldun dostum.
Seni kutluyorum.
Sen biraz sosyoloji okudun. Az çok toplumsal olayları takip edersin. Biraz da kulakların var, çevreden gelen sesleri dinler analiz edebilirsin.
Örneğin bir mahkeme kararının ne yönde çıkabileceğini tahmin edebilirsin.
Seçmenin de bu arada kısa sürede yapılan işbirliği sayesinde rant elde etmiş ve de en önemlisi bu rantın tadını da almıştır. Tabii ki her hal ve şartta seni destekleyecektir.
Evinde çalışan bir emekçiye bir "kara veba" raporu alıp, senin de otuz gün karantinaya alınma durumun resmi olarak kayıtlara geçiyor olacaktır.
"…Değerli basın mensupları çok arzu etmeme rağmen karantinada olduğum için o malum toplantıya katılamadığım için çok üzgünüm. On güne kadar da evde kalmam doktor raporuyla sabittir."
"nokta."
Adamların zaten yerel yönetimlerde başrollerde oynuyorlar. Onlar da bu işe çok memnun oldular.
Taban bunu yutmaz.
Yalnız bu rantı yiyenler, rantın tadını alıp hiç ummadıkları makamlara gelenler, en yakın dostlarına bu makam için kazık atanlar, bu işten son derece memnundur.
Bu rantın yenmesine göz yuman mahcup ana partililer ve de onların başında güya seçilmiş olanlar, bir yirmi sene daha taraftarlarına "elveda" demenin biçare aymazlığı içinde günlerini geçirmekteler.
Bu kadar söyleyeceklerim, değerli dostum.