Günler o kadar acımasız ki zaman baş döndürücü bir hızla geçiyor. Bugün 16 Haziran 2017 Cuma aramızdan ayrılışının dördüncü yıl dönümü anne.

Günler o kadar acımasız ki zaman baş döndürücü bir hızla geçiyor.
Bugün 16 Haziran 2017 Cuma aramızdan ayrılışının dördüncü yıl dönümü anne.
Bu dört sene nasıl geçti bilemedim diyemeyeceğim, benim için zor geçti.
Nasıl zor geçmesin ki?
Elini öptüğüm, sarıldığım kokusunu koklayarak içime çektiğim, sırtımı güvenle dayadığım sen olmayınca.
Sen benim direğimdim artık o direk yok anne…
Sen benim güneşimdin artık o güneş yok anne…
Sen benim neşe ve mutluluk kaynağımdın, artık o kaynak yok anne…
Böyle olunca de sensiz hayat zor geçiyor anne…
Uzun zamandır sana mektup yazmayı düşünüyordum. Düşünüyordum da mektubun neresinden nasıl başlayacağımı bir türlü bilemiyordum. Çok düşündüm, çok okudum, çok araştırdım ve sonunda mektuba başlayabildim.
Canın annem bizler babamızı çok küçük yaşlarda kaybettik, sende çok gençtin. Kolay değildi beş kuruş gelir olmadan beş çocukla ortada kalmak. Anadolu tabiriyle amcadan, dayıdan, akrabadan kısaca kimselerden fayda yoktu, bizleri gören akrabalarımız öpmek, başımızı okşamak, halimizi, hatırımızı sormak yerine ya kafalarını diğer tarafa çeviriyorlar, yada yollarını değiştiriyorlardı.
Ancak o akrabalarımızın bilmediği bir şey vardı sen bizleri öylesine onurlu yetiştiriyordun ki derdimizi kimselere söylemiyorduk, elimizde olduğu kadar yaşamaya devam ediyorduk.
Çok şükür kimselerden para istemedik, açlığımızı bildirmedik. Lakin yaşadıklarımızı, gördüklerimizi, yüz çevirenleri de unutmamak için bir tarafa not ettik.
Yaşadığımız sıkıntılardan dolayı çok küçük yaşta hayata atılmak zorunda kaldık. Ekmek peşinde koştuk, kendi göbeğimizi kendimiz kestik, kendi yağımızla kendimiz kavrulduk, kimseye minnet etmedik, muhtaç olmadık.
Bizler büyüdükçe, iş güç sahibi olmaya başladıkça rahatlamaya başladık, işimizi, eşimizi kendimiz bulduk, düğünümüzü kendimiz yaptık.
Çok şükür Allah’a “çürük raporu” almadan, bedelli parası yatırmadan “ölürsek şehit, kalırsak gazi oluruz” diyerek şerefli vatani görevimiz, şereflice on sekiz ay yaptık. Kimselerden bir şeyler beklemedik. Zira bizim yanımızda her zaman Allah vardı, senin dediğin gibi doğrunun yardımcısı Allah idi. Allah’ ta bize her zaman yardım etti. Onun için de şerefimizden, onurumuzdan, gururumuzdan namusumuzda taviz vermeden hayata tutunmaya, ayakta kalabilmeye ve yaşamaya devam ettik.
Kimselerin ekmeğiyle, ırzıyla, namusuyla oynamadık, makam, mevki, para için, puan kazanmak, şirin görünmek için yalakalık ve şerefsizlik yapmadık, dik durduk ama dikleşmedik. Ne olduğu belirsizlere boyun eğmedik. İnsanların iyi gününde yanında olup, zor günlerinde yüz çevirmedik. Eşimizin, dostumuzun, tanıklarımızın, bildiklerimizin zor günlerinde yanında olduk, yardımlarına koştuk.
Canım annem,
Öncelikle bizleri doğru, dürüst, şerefli, namuslu, gururlu, topluma, vatana ve millete yararlı ve hayırlı evlatlar olarak yetiştirdiğin için sana minnettarım, teşekkür ediyorum.
Sen aramızdan ayrıldıktan sonrada ne mutlu ki yaşam çizgimizden, insanların ekmeğiyle, ırzıyla oynamadan, kul hakkı yemeden, haram lokmaya tenezzül etmeden, çalmadan, çırpmadan şerefimizden, namusumuzdan, karakterimizden taviz vermeden ailemize, memleketimize, vatanımıza, milletimize kısaca insanlara yardımcı olmaya çalışarak yaşamaya devam ediyoruz.
Yetiştirdiğin şekilde de yaşamaya devam edeceğimize sana söz veriyorum anne.
Biliyor musun anne, sen aramızdan ayrıldıktan sonra hayat her gün daha da çekilmez olmaya devam ediyor. İnsanlar kokuştu, laçkalaştı. Rant uğruna, para uğruna bahçeli müstakil evler yıkılmaya yerine yüksek katlı binalar yapılmaya devam ediyor. Komşu komşuyu tanımıyor selam vermiyor.
Biliyor musun anne bir de daire zillerinin üzerine “çocuk uyuyor zile basmayız!” yazısını yazmak moda oldu. Lüks yaşam, tatiller, konforlu arabalara binmeler, başkasının arabasını küçük görmeler, kasılmalar, kırışmalar, kendilerini ne oldum delisi sananlar, hayatı boyunca eline bir kitap alarak okumamış üçten, beşten haberi olmayan gösteriş budalalarının, moda takipçisi sonradan görme insanların kendilerini kalbur üstü marka ve örnek insanlar olarak görmesi de ayrı bir dert.
Ah annem ah! kalkıp bir görsen sahte insanları, sahte gülücükleri, sahte samimiyetleri. O zaman ne dersin bilemiyorum.
Bir de iş yerlerinde onur, şeref ve ahlak kavramından uzak düzenbaz, yalaka tayfalarının bir araya gelerek kurdukları saç ayakları var. Bu sac ayakları istedikleri gibi at oynatırlar, türbine oynarlar, kurum müdürlerinin yanında çalışıyormuş gibi görünürler, başka zaman vurup kafayı yatarlar, evinde yapması gereken kahvaltıyı iş yerinde yaparlar, boş durmayıp boşa çalışırlar amma kurum müdürü olsun olmasın, her zaman işini doğru dürüst yapanları da çalışmıyor diye şikayet ederler. İşte bu sac ayakları ikrama geçiyor, puan kazanıyor, makam, mevki sahibi oluyor. Artık ahlak, namus, şeref ve utanma kavramı bir kenara atıldı anne.
Bizler çok güzel plazalarda, ofislerde bürolarda çalışıyor, çok güzel, kocaman evlerde oturuyoruz, en güzel arabalara biniyoruz lakin eşyayla bütünleşemiyor, bir turist gibi dolaşıyoruz kendi mekanlarımızda. Evlerimiz otelleri andırıyor, ağız tadı, mutluluk kavramları unutuldu anne. Şimdi her şeyin daha büyüğü, daha pahalısı, daha süslüsü, daha fazlası makbul. Siz de makbul olan daha fazla insanlıktı. Şimdi insanlar her şeye sahip ama mutlu değil. Hele huzurlu hiç değil.
Halimiz işte böyle anne. İnsanlar arasında samimiyet yok, sıcaklık yok, insanların birbirinden haberi yok. Hani atalar “çok muhabbet tez ayrılık getirir” demişler ya şimdi muhabbetsiz ayrılıklar, hiç bir araya getirmeyen muhabbetler. Ayrılıkların da tadı yok muhabbetlerin de. Ama var olan bir şey var ki o da insanın, insanlığı yok anne.
Ruhun şad, mekanın cennet olsun, toprakta değil nur içerisinde yat, toprağın değil rahmetin bol olsun anne.