Anneler Günü ve annem...

Anneler Günü ve annem. .


Bugün Pazar; istemeden de olsa kalktım yatağımdan...
Her zaman ki gibi erken saatlerdi…
Kalktım yatağımdan şöyle bir bakındım yatağıma, darmadağın…
Başımdan yastık kaçmış, yerlerde… Ne yaparsın ki deli yatıyoruz işte…
Önce zaman zaman yaptığım gibi Grand Hotel Terme’de bir kaplıca ziyafeti çektim kendime… Haftada bir günde olsa ailemle birlikte bir kahvaltı masasında buldum kendimi…
Rahmetli annemin sözleri yeniden çınlıyor kulaklarımda “haydi kalk oğlum…” sözleri…
Ama artık başımda beni uyandırmak için seslenen annem yok. Kendim uyanıyor, kendim kalkıyorum. Ne de olsa artık yaş 52…
Annem dedim de annemle yaşadıklarım aklıma geldi, duygulandım…
Onu ne kadar çok özlediğimi bir kere daha anladım…
14 Mayıs 1989 yılında, yani bir “Anneler Günü”nde kaybettiğim annemi özledim, hem de çok özledim…
Güneş yüzlü, altın kalpli, ağır başlı, tatlı dilli, meleklerin eşiydi benim annem…
İçim titriyor biri anne dediğinde, nefesim daralıyor, gözyaşlarım düğümleniyor boğazıma sanki…
Çünkü çok çok özledim seni ben anne…
Gözlerimi kapattığımda, sen aklıma geldiğinde hep ordasın anne… Hiç değişmemiş nurlu yüzün, beynimde, kalbimde düşüncelerimde ve hayalimde…
Kucağında uyumayı ne çok isterdim bugün anne…
Uyurken üzerime sessizce örttüğün battaniye…
Hastayken başımda sabahlayan annemi arıyorum şimdi…
Kanadı kırık güvercinler gibi çırpınıyorum senin özleminle…
Gel artık annem, dön artık annem yokluğun dayanılmaz oluyor diyorum ama ümidim hiç yok ki artık…
Çocukluğumda aldığım haftalıkla annemi giydirmek; çocuk gibi çok hoşuma giderdi… Oysa aldıklarımı giymez, sandığa doldururdu. Eski zamane kadınıydı işte…
Eskileri giyer, ufak tefek yırtıkları yamalarla idare ederdi. Ne de olsa yoklukta büyümüş.
Ayağı yalın, yamalı giysilerle toprakla uğraşmışlar, çalışmışlar, çalışmışlar ama çalmadan çırpmadan yaşamışlar…
Annem işte o günlerin kadınıydı.
Biz de çok yamalı çorap giydik, çok soğuk kuyu lastik ayakkabı giydik.
Derken sonrasında epa ayakkabılar çıktı ve şimdi deri ayakkabılar giyiyoruz, onu bunu beğenmiyoruz… Nereden nereye…
Anneme deriden bir ayakkabı aldım giyinemedi garibim. İçimde bir ukdedir bu…
Terlik giyerdi her gittiği yere…
Ve derdi ki; "Allah’ım beni hiç kimseye muhtaç etme, evlatlarıma bile…"
Duyunca bunu, içerlenirdim, kalbim kırılırdı…
Bu sözün ince ayarını bilmezdim o zamanlar..
Onun için canımı verirdim niye bilmezdi ki derdim, hayat öğretince şimdi anladım…
Annemin duası kabul edildi ve hiç kimseye muhtaç olmadan, düşmeden göçüp gitti fani dünyaya… Tabi bizleri de yetim bırakarak…
Annemle soğan ekmek yerdik, ağzımızda tat vardı. Şimdi kebap ekmek yesen o eski tadı vermiyor ki…
Nasıl versin ki yanımızda ne o güleç yüzlü, melek anam, ne de babam yok ki…
Fotoğraf albümündeki annemin fotoğraflarına bakıyorum. Duygulanıyor, gözyaşlarıma hakim olamıyorum.
Bir fotoğrafına takıldım, su içerken annemin. O resmi çektiğim günü hatırladım. Ne kadar gülmüştü, eğlenmişti bizimle…
Mutluluk resmiydi o… Mazide kaldı…
Yine babamla birlikte Hacca giderken tüm ailemizle çektiğim fotoğrafa baktım, içerlendim, mazide kaldı o güzelim birliktelik dedim…
O zamanlar her evde, bırakın bilgisayarı televizyon bile yoktu. Akşamları sohbetler, hatıralar, anılar dinlerdik. Yaşadıklarını, yokluk ve sıkıntıları anlatırken bizim o günleri yaşamamız için yapmamız gereken öğütleri verirlerdi anam ve babam…
Şimdi bakıyorum da aileler çocuklarıyla şöyle kaç gün baş başa oturup konuşabilir, sohbet edebiliyor ki?
Şimdi o günleri yaşamış birisi olarak geçmişten bana kalan acılar elimi kolumu nasıl bağlamış beni ne çok tembelleştirmiş…
Onu mezarında her gün değil, ayda, yılda, bayramlarda ziyaret ediyoruz…
Silkinip kalkmak yeniden yürümek çok kolay hayat devam ediyor diyenlerden biriydim. Şimdilerde kendimle bir tezat oluşturmuşum ki sormayın gitsin…
Anam, çok severdi babamı "ben ölürsem seni de yanımda götüreceğim" derdi. Gülerdik. Ama bu söylediği olmadı. Ancak 23 yıl sonra götürebildi babamı yanına…
Çıkamadım bugün nedense bu boşluktan…
Elimden tutan olmadı ve anlıyorsunuz ki ana gibi yar olmazmış…
Yalan her şey baba yarısı, anne yarısı…
Ve hiç kimse can olmuyor canınıza…
Herkes kendi aleminde varsa kendi can derdinin uğraşısında..
İnsanın değerlerini yaşatması çok güzeldir acıda verse…
Bu dünyada en güzel şey insanın anası, babası ve bir de eşidir..
Onun için Yaradan eşleri birbirine can kılmış ya…
Ama gel gör ki bazı eşler nedense mutluluğu yakalayamıyorlar… Bu dünyanın zevk ve sefasında, maddiyatın şarabından sarhoş olmuşlar…
Aile saadetlerini çıkarları uğruna kaybetmişler. Egoları sayesinde bir benlik kavgasında. Sen ve Ben kavgasında… Biz olmayı öğrenememişler… Biz derken bir çatı meselesi yani…
Neden değerlerince yaşamayı bilmez ki bu insanlar?
Oysa değerlerimiz temeldir, sahip çıkmalı insanlar değerlerine…
Özellikle, anne ve babalarına. Onlar bulunmazlar bir daha…
Dokuz ay karnında büyüttüğü, beslediği kanı ve canı, bir bakıyorsunuz el oluyor ?
Neden insan olmak varken üç maymunu oynuyoruz bilmem ki…
Ve Cehennem kapılarından girmeyi, konser kapılarından girmek gibi bir şey sanıyoruz
Şu an yüreğim çok dolu… Çok şeyler var yazacağım da olmuyor işte…
Hepsi de acı verdi bana…
Yüreğim hallaç pamuğuna döndü…
Acılarla yaşamayı öğrendim artık...
Siz siz olun yüreğinizdeki değerlere değer verenleri eş olarak seçin… Bu eş olur, kapı komşu olur, dost olur yoksa hayat çekilmez olur ve bu dünyadaki kabir azabı da bu olsa gerek…
Rabbim her yüreğin içindeki değerleri değerlerine nasip eylesin..
Evet anneciğim, böyle bir günde seni yazdım, daha doğrusu senin özlemini kaleme almaya çalıştım.
Seni yazmak, sayfalara sığmaz.
Bir “Anneler Günü”nde kaybettiğim annemi bir sayfayla yazmak, anlatmak mümkün mü?
Ne diyeyim annem, yattığın yer nur, mekanın cennet olsun…
Ne yaparsın ki senin bir evlatların olarak biz bu yalan dünyadayız.
Ve hayat devam ediyor. Yarın ölecekmiş gibi değil, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayalım, ama kitabımızca, ama insanca…
Pazar günü kutlanacak “Anneler Günü”nü şimdiden kutluyor, bütün annelere sağlık ve mutluluk dolu günler diliyorum.

***
Biraz da gülelim!

Ticari zeka!

İş adamı traş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir. Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler. Berber, iş adamının kulağına fısıldar; "Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak; dikkat et şimdi..."
Berber çocuğa seslenir: "Ali, buraya gel!". Bunun üzerine çocuk sakince dükkana girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.
Berber işadamının kulağına sessizce, "bak şimdi" diye fısıldar ve bir elinde bir milyon, diğer elinde yirmi milyon'luk bir banknot olduğu halde çocuğa sorar:
Hangisini istiyorsan alabilirsin?"
Çocuk dalgın dalgın bir bir milyona bir de yirmi milyona bakar ve sonunda bir milyonluk banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır.
Berber işadamına döner ve gülerek: "Gördün mü? Sana söylemiştim" der.
Traş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali'yi görür. Yanına giderek, neden yirmi milyonluk değil de, bir milyonluk banknotu aldığını sorar.
Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:
"Hehehe... Eğer yirmi milyonluğu alırsam oyun biter!!

Sevdiğim bir söz

“İster kadın ol ister adam, bu dünyada cesarete sahip olmadan hiçbir şey başaramazsın.” James Ailen