Değerli ağabeyim Tuğg. Mustafa Canatan ile doğru dürüst yolu, beli olmayan “Alpaslan Ziyaret”e çıktığımızda soluk soluğa idik. Malazgirt Ovası’na 300 metre yüksekten bakmak, sonbaharın sararttığı ovanın yer, yer kahverengi, mor tonlardaki dokusu, ufka yaklaştıkça maviye boğuluyor gibiydi. Güneşin bulutların arasında yaptığı ışık oyunlarını anlatmaya, yazmaya olanak yok. Sanki bir yerlere dikkat çekmek ister gibi bulutlar arasından süzülen ışık huzmelerinin, ovadaki renk cümbüşüne katkısı muhteşem bir görüntü yaratıyordu.
Patnos’tan Malazgirt’e giderken, Türk Tarihinin en önemli olaylarının geçtiği alanlar, değişik kaya ve toprak dokusu tarihin derinliklerinde tanıklık ettiklerine sessiz ama mahzun bakınıyor. Bilenler için, “bir ibadet vecdi içinde” geçilmesi gereken bu alanda yaşananları hatırlatacak hiçbir anıt, dikit, yazıt yok. 
1071’de Alpaslan otağını Ziyaret Tepe’ye kurmuştu. Halk arasında yaygın olan rivayete göre, Malazgirt Meydan Muharebesinden bir yıl sonra savaş meydanlarında şehadete erdiğinde, buraya getirilip gömülmüştü. Bir başka rivayete göre; Malazgirt Meydan Savaşında yitirdiği komutanları ve hatta kardeşinin mezarı Ziyaret Tepe’de bulunuyor.
Ama ne olursa olsun, beyaz, kefeni andırır giysileri içinde Alpaslan’ı, Malazgirt Ovası’na hâkim Ziyaret Tepe’de hayal ediyorsunuz, ama ona ilişkin bir iz bile göremiyorsunuz.
Bunun yerine Anadolu insanının Orta Asya’dan bu topraklara taşıdığı, çaput, bez bağlayarak dilek tutma geleneğinin, Malazgirt Meydan Savaşı’nda şehit olanların defnedildiği alan olduğu düşünülen şu düzensiz taş yığınlarının arasından fışkıran bodur, dikensi bitkilerin üzerine bağladıkları onlarca rengârenk bez parçasıyla devam ettiğini görüyorsunuz. İkileme düşüyorsunuz. “Alpaslan Ziyaret” bu doğallıkla, insanların sıkıntılarını paylaştıkları bir alan olarak kalsın mı, yoksa abartısız ancak tarihimiz için bu mücadelenin görkemini yansıtacak, Alpaslan’ı hatırlatacak iyi düşünülmüş bir anıt, yazıt, dikit ile bu bölge anıtlaştırılsın mı?
Uyarılarımız üzerine Patnos Kaymakamlığının, o dönemdeki kaymakam, değerli hemşerim Nevzat Şengök’ün katkılarıyla, ziyarete çıkan yolu biraz düzeltmek mümkün olmuştu. Sonrasında değerli valimiz Mehmet Çetin ve kaymakamımız Seyran Tepe’ye, Seyran Tepe’den Doğansu’ya stabilize özellikte de olsa bir yol yapma inceliğini göstermişti. En azından bu alanların, merak edenlerin ulaşabileceği yerler haline getirilmesine çalışılmıştı. 
Adilcevaz, Patnos, Doğansu üzerinden Malazgirt’e yürüyen Türk akıncılarının nal seslerini duyacağınız, tarihin en güçlü ordularından birisi olan Roma ordusunun hangi becerilerle ve usta manevralarla, Malazgirt Ovasının derinliklerine gömüldüğünü anlatacak eserleri henüz yaratabilmiş değiliz. Ama yaratmalıyız. 
Anadolu coğrafyasının en yüksek ikinci dağı Süphan Dağının (4058 metre) tanıklığıyla, Süphan Dağı eteklerinden Seyran Tepe üzerinden Malazgirt’e akan atlıların, Doğu Roma’nın fillerle, zırhlar ile güçlendirilmiş iki yüz bin kişilik gücüne nasıl saldırdığına, imparator Romen Diyojen’in komutasındaki bu ordunun karşı koyması üzerine savaşarak, nasıl geri çekildiğine, Ziyaret Tepe önlerine (Örenşar’a) kadar, Malazgirt Ovası içinde birbiri ardı sıra sıralanmış kayaların arkasına atlarını gizleyerek, yaklaşan güçlü ama hantal Roma (Rum) kuvvetlerini oklayan yiğitlerin nasıl savaştığına ilişkin bir ize, bu şanlı Meydan Muharebesinin yapıldığı alanda rastlayamazsınız.
Belçika’da, Avrupa tarihine yön vermiş olaylardan birisi olan Waterloo Savaşı’nın yapıldığı tarihi alanda, genç nesillere bu tarihi olayı anlatabilmek için yapılmış bir dizi anlatım ve tanıtım eseri bulunmaktadır. Turizmde tarihi olayları kullanabilmenin “çağdaş” ve “endüstriyel” bir örneği Waterloo’da yer almaktadır. Örneğin İmparatorun Otağı, Waterloo Savaşı Anıtı, Waterloo Savaşı Panoraması/Müzesi ve merdivenlerle savaş alanını seyrederek çıkılabilecek 43 metrelik yapay bir tepe üzerinde yaklaşık 30 tonluk bir kayaya oyulmuş “dünyayı ayağı altına almış bir aslan” yontusuyla savaş anıtlaştırılmıştır. Bu noktada, anıtı çevreleyen alanda savaş alanı görülebilmekte ve savaşın seyrini anlatan birçok bilgi objesi ve dürbün bulunmaktadır. Savaş meydanının tarihî özelliği olan noktalarda bu tarihi olayın kavranmasına yardım eden görsel, anıtsal objeler hazırlanmış durumdadır. 
Ziyaret Tepe’nin önünde cansiperane direnip birbirinden kopmuş parça parça saldıran Doğu Roma’nın iyi eğitimli, donatımlı askerlerini yavaşlatmayı, durdurmayı başardığı, Seyran Tepe’den Murat Nehrinin yarattığı kanyona doğru Gülkoru üzerinden Alpaslan’ın süvarilerinin nasıl düşman gerisine sarktığı, kolay ilerleyişin yarattığı sarhoşlukla, Malazgirt ovasının içini dolduran onlarca falanjın, filin, savaşçının nasıl ustalıkla yok edildiği, Romen Diyojen’in Malazgirt’te tüm Anadolu’yu nasıl kaybettiği, Ahlat’taki yüzlerce dikili mezar taşının nasıl bir anlam taşıdığı, bölgedeki yer isimlerinin çoğunun (Hamur, Tutak, Sarı Süleyman, Kurtulmuşoğlu….) Alpaslan’dan yadigâr olduğu, kısacası Anadolu’yu Türk yapan iradenin dünya güçlerine nasıl kabul ettirildiği doğru dürüst anlatılmadı bugüne kadar, anlatılamadı. 
Anlatılması için yapılacak çok basit, çok anlamlı işler olduğuna inanıyorum. Görev süremde icra ettiğimiz yaz ve kış atışlı tatbikatlarının bu tarihi mekânda icra edilmesini sağlayarak tarihî önem ve anlamı bulunan noktalarda birliklerimizi konuşlandırmak, askerlerimize bu coğrafyanın anlam ve önemini anlatmak benim için öncelikli görev olmuştu. Hele kış tatbikatı sırasında “beyaz savaş kıyafetleri” ile görev yapan askerlerimize Alparslan’ın beyaz giysileriyle yaptığı konuşmayı anlatmak da… 
Değerli ağabeyim Mustafa Canatan ile Malazgirt Ovası’na Ziyaret Tepe’nin zirvesinden bakarken bu düşüncelere boğulmuştum. Tepenin eteklerinde bulunan Örenşar’dan geçilerek ulaşılan ve gelişigüzel yığılmış taşlardan oluşan “Alparslan Ziyaret” sanırım hâlâ ilgimizi bekliyor. En azından bu topraklarda yaşayan herkesin, her yöneticinin Alpaslan’a karşı borcu olduğunu düşünüyorum. 
Alpaslan Ziyaret’ten Malazgirt ovasına baktığım o günleri düşünürken, içinden geçtiğimiz bu sorunlu günlerde bölgeye saray yaptıranlar o coğrafyada gömülü tarihi görünür hale getirmeyi de akıl ederler, etmişlerdir umarım…
(Ağrı, Eylül 2007 tarihli yazımın güncele uyarlanması…)