ALLAH’IN SOĞUĞUNA GIRIDIRIM DA! (Yeni Öykü)   Yurdumuz aynı anda dört mevsimin yaşandığı yedi iklim bölgesine ayrılmış  tanrının bir nimetidir. Hangi  ülkede görülmüştür  doğu bölgesinde kar,kış hüküm sürecek, Akdeniz  denen bölgesinde de insanlar denize girecek.

ALLAH’IN SOĞUĞUNA GIRIDIRIM DA!

(Yeni Öykü)

 

Yurdumuz aynı anda dört mevsimin yaşandığı yedi iklim bölgesine ayrılmış  tanrının bir nimetidir.

Hangi  ülkede görülmüştür  doğu bölgesinde kar,kış hüküm sürecek, Akdeniz  denen bölgesinde de insanlar denize girecek. İşte bu nedenlerdendir  ki  dünyanın  gözü  üzerimiz de olup  eften  püften  bahanelerle  topraklarımızı ele  geçirme  heveslerindedirler.

Bir turizm cenneti olmamıza rağmen biz hala yerimizde saymakta , değerimizi anlamamak ta , haliyle parsadan  payımıza düşecek nimetleri  “vay efendim  orada  anarşi hüküm sürmekte veya deprem bölgesi , kanlı  eylemlerin  yapıldığı ülke”  gibi dış basının anlamsız iftira dolu yaygaralarıyla  başka devletlere  kaptırmaktayız .

Bölgelere göre değişen iklim şartları ne yazık ki  İç Anadolu  bölgesine  pek cüretkar davranmamış,  yazları çok sıcak ve kurak geçerken  kışları da aksine  soğuk ve bazen  kurak  geçerken  geceleri de  soğuklar  eksinin altında bilmem kaç dereceye düşmektedir.

Mevsimlerdeki  adaletsizlik haliyle ziraatçılığı‘da  etkilemekte  Akdeniz  bölgesinde yılda  yerine göre üç  çeşit  bitki hasadı kaldırılırken İç Anadolu bölgesinde bu sayı bire düşmekte, haliyle o bölgede ki  bir dönüm arazi İç Anadolu’nun yirmi ,otuz dönümüne tekabül  etmektedir.

Mevsimlerin bu azizliğinden İç Anadolu tarımdan yararlanamadığı gibi uzun geçen  soğuk kış  günlerinde  hem yakacakta  hem de giyecekte  insanlar  maddi olarak çok sıkıntı çekmektedir.

İç Anadolu  bölgesinde yazlar parmakla sayılacak günler olduğundan insanlar cokur sıcaklıkta atlet ve gömlek  giymekte iken dahi  kan ter  içinde  kalmakta, sığınacak serin bir ağaç gölgesi  veya bir duvar  diki  aradığında “oh be, hele şükür” çekerken bir yandan da  pek öyle  ahım  şahım  giyecek  masrafları olmadığına sevinmektedir.

Sayılı yaz günleri  yavaş  yavaş  yerini soğuk günlere bırakırken haliyle insanlar da giyeceklerini ona göre ayarlayıp önce gömlek  üstüne kazak, sonrasına  ceket, daha da soğuyunca  palto,gocuk gibi giyecekler  giyerken ayaklarda  duruma göre  korunmaktadır.

Mustafa  babasından devraldığı fakirliğe pek yabancılık çekmemiş, yavan ekmek bulup  yese dahi  ona da isyan etmemiş, olanları hep oluruna  bırakıp makul karşılamış, kimseyle  dalaşı olmamış, paylaşmayı sevmiş, bu yüzden de köylüleri ona “şükürcü” lakabını takmakta  gecikmemişlerdi.

Her köylüsü gibi Şükürcü Mustafa’da çiftçilik ve hayvancılıkla  geçimini  temin ediyordu. Ahırında ki bir bir iki inek zamanla çoğalmış, sayısı bazen altıyı bulan eşekler de  yerlerini atlara bırakmıştı. Yarım yamalak yaptığı çiftçiliği hanımının yardımı olmadan beceremiyordu. Çocukluğun da  atların ürküp parlamasıyla  bindiği at arabası devrilmiş yaşı ilerlemesine rağmen bir kere olsun korkudan  atın  dizginlerini  eline  alıp araba sürmemiş , bu işi hep hanımı Nazey’e yaptırmıştır.

Bir gün  hanımıyla at arabasına  tarladan yüklediğin sapları harman yerine  taşırken  Nazey  atların gemini mahsustan gevşek bırakınca atlarda süratle yol almaya başlamış korkudan ne yapacağını şaşıran şükürcü “Nazey; frene bas Nazey” diye bas bas bağırırken hanımı gülmekten arabadan düşme durumuna gelmişti.

Her şeyin sonu olurda yaz mevsiminin sonu olmaz mı? Havalar soğudukça haliyle şükürcü de üşümekte üşüdükçe her gün bir kat daha giyinmekte,arada ellerini yukarı kaldırıp “Allahım ortaklığı tipi, borana çevirip te beni ‘kırk yamaklık’  sakoya(palto)muhtaç etme “diye dua ettiği oluyordu.

Nerden ne zaman aldığını hatırlamadığı bu sako eskiyip yırtıldıkça hangi giyeceğinin eskisinden dikilen yamalarla yamana,yamana ana rengi kaybolmuş, her sokağa çıkışında kendisi köylülerince alay konusu oluyordu.

Cemaatle vakit ezanını cami duvarına yaslanıp beklerken yanına  bazen arkadaşı Tilki Selim yaklaşmakta “Ula oğlum Şükürcü; soğuktan bir gün donacaksın, şehre git, Saydın Duran’ın giyim mağazasına var, seni boş çevirecek değil ya,sırtına iyi bir sako giyin de düşmanlar çatlasın,nasıl olsa güze ödersin” diye tenbih vermekteydi.

Duran’ın babası Sayıt’ın durumu diğer köylülerine göre maddi olarak iyi olduğu gibi kafası da ticarete yatkındı.Köyde yaptığı bakkalcılıkla bir yere varılamayacağının farkındaydı.Toparladığı bir anlık cesaretle göçünü şehre taşıyıp araştırmalardan sonra bir giyim mağazası açmakta gecikmedi. Zamanla oğlu Duran işi kavramış kendisi yaşlandıkça işleri o yürütür olmuştu. Aradan geçen yıllar içerisinde Duran; müşteriye iyi davranışından, onların istediği şekil hareket etmesinden, gelenlerin parasız olanını boş çevirmediğinden Kırşehir piyasasından adı sanı duyulur bir esnaf olurken borçlarını da gününde ödemesiyle İstanbul tacirlerince tanınan biri olmuştu.

Yenmişi, içilmişi aramıyor, arada şehrin ileri gelenlerine ziyafetler çekerken “kazın geleceği yerden tavuğu esirgemiyor “misali hareket ederken onlara işi düştüğünde de karşılığını alıyordu.

Tilki Selim Ziraat odası yönetiminde bulunduğu için aylık toplantılara geldiğinden bir ayağı şehirde oluyordu.Bu gidiş gelişlerin birisinde şükürcü Mustafa’nın durumunu  Duran’a açtığında “O ne biçim laf Selim Ağa, Mustafa dayı gelsin zararı yok iki güz sonra ödesin,sırtı açıkta kalmasın” diye Durandan olur cevabını almasıyla köye dönüşünde soluğu doğru arkadaşı Mustafa’nın evinde alır.

“Ula şükürcü haydi işin rast gitti,müjdemi isterim,artık kırk yamalıklı sako’dan kurtuluyorsun” derken zannediyordu ki Mustafa sevinçten boynuna sarılacak onunla göklere fırlayacaktı.

O yıllardır arkadaş bildiği Mustafa’nın öyle el üfeleyecek, menfaat için yalvarıp yalakalık yapacak, alacaklıyı her görüşünde ona iki büklüm saygı duracak biri olmadığını bilmemesiydi. Tilki Selim her kurnazlığı bellemişti de daha henüz arkadaşını tanımamıştı. Şükürcü Mustafa’nın “Ula Tilki; Saydın Durana gırıdacağıma ALLAH’IN SOĞUĞUNA GIRIDIRIM (titrerim)” sözüyle ne vakarlı bir arkadaşı olduğunun ancak o zaman farkına varabildi.