“Möhmele Mehmet”in kaleminden “AKLIYUKALAR” Arşivimi karıştırırken yayınlanmamış yazılar arasında “Möhmele Mehmet” müstear imzasıyla maruf merhum Davut Sırrı Davutoğlu'nun “Aklıyukalar” başlıklı yazısına rastladım. Mizahî yazılarıyla eski Kırşehir'i ve Kırşehirlileri ölümsüzleştiren Davut Sırrı Davutoğlu'nu birçoğunuz bilmezsiniz.

“Möhmele Mehmet”in kaleminden

“AKLIYUKALAR”
Arşivimi karıştırırken yayınlanmamış yazılar arasında “Möhmele Mehmet” müstear imzasıyla maruf merhum Davut Sırrı Davutoğlu'nun “Aklıyukalar” başlıklı yazısına rastladım.
Mizahî yazılarıyla eski Kırşehir'i ve Kırşehirlileri ölümsüzleştiren Davut Sırrı Davutoğlu'nu birçoğunuz bilmezsiniz. Öz be öz Kırşehirli ve şehit çocuğu Davut Sırrı Davutoğlu'nu gelecek yazılarımda geniş şekilde tanıtmaya çalışacağım. Arşivimde yayınlanmamış daha birçok yazısı var.
“Möhmele Mehmet” konumuz olan yazıyı 2 Nisan 1988'de mukim bulunduğu Ankara'da kaleme almış ve altına “Sayın Dr. Cahit Gürses, uygun görürsen sayın Yastıman'a ver, gazeteye bassın. Uygun olmazsa çöp sepeti emrine amade. Saygılar” notunu düştükten sonra Kırşehir'e göndermiş. Yazının aslı şimdi bende...
Yeni İkinci Çarşımızın tüccarından merhum babası Mehmet Ali Gürses'i, yine merhum ağabeyi Dr. Canpolat Gürses'i (ki Ankara'daki muayenehanesinin ilânını gazetemde hemşehrilik adına bir kuruş bile almadan yıllarca yayınlamıştım), keza babasından kalma dükkânda uzun süre tüpçülük, beyaz eşya satıcılığı, son zamanlarda da sarraflık yapan ağabeyi Mümtaz Gürses'i yakından tanıdığım, kendisinin de daha öğrenciyken ağabeyi Mümtaz'ın yanında tüpgaz taşıdığına tanık olduğum Dr. Cahit her ne kadar babasının dostu, ağabeylerinin arkadaşı bendeniz Dursun ağabeyini sevmese de, Belediye Başkanı iken hakkında yazdığım ve eleştirdiğim bir yazı yüzünden mahkeme kapısına düşürmüş olsa da aramız henüz bozulmamışken yazıyı yayınlasın diye bana vermiş olmalı...
Yazının arka yüzüne akrabası olan Avukat Nami Çağatay bir lâz fıkrası eklemiş el yazısıyla. Nami Bey bu fıkrayı çok seviyormuş her halde ki “Aklıyukalar” yazısının arka yüzünde nakletmeden geçememiş. Nami Çağatay'ın naklettiği fıkra şöyleydi:
Almancı lâz Türkiye'den Almanya'ya götürmek üzere bir keçi satın alır. Almanya hududunda gümrük memurları keçiyi ilk defa gördüklerinden Almancı lâza sorarlar:
- Bu nedir hemşerim?
- Köpektir!
- Hemşerim, bunun boynuzları var. Boynuzlu köpek olur mu?
Almancı lâz pratik zekâsıyla gümrükçüyü ikna etmeye çalışır:
- Ben onun özel hayatına karışmam!
Bir ara Kırşehir'den milletvekilliğine aday adayı olan Nami Çağatay da çoktan toprağa karıştı. Allah rahmet eylesin.
Gelelim “Möhmele Mehmet”in yazısına... Yazının kimseyi rencide edeceğini sanmıyorum. Ama gerek üslûbu, gerek eski Kırşehir'in yaşantısını içine incelikle mizah katarak anlatması açısından fevkalâde değerli yazılarından birini sütunumdan sizlere aktarmayı zevkli bir görev sayıyorum. Yazıda adı geçen İhsan Çakmak, Hüsnü Göngör, Vedat Sülükçü ve Kemal Mutlu da rahmetli oldular, bu vesileyle onları da rahmetle anıyorum.
İşte “Möhmele Mehmet”in yazısı:

AKLIYUKALAR
Zengin bir dostum var. Her türlü fedakârlığı yaptığı halde sıpalarını adam edememiş. Dertli mi dertli... Her gördüğümde “Evdeki köpeğimi terbiye ettim de bizim oğlanları cızıya getiremedim” diye yakınır.
Geçenlerde “Möhmele, Kırşehir'de bir Aklıyukalar varmış. Bu ailenin çocukları çok başarılı imişler; topluma dört doktor, bir iş adamı kazandırmış. Ailenin yan ürünleri sayılan Avukat Nami Çağatay gibi kıymetler de sahalarında sivrilmişler. Aklı yukaları böyle olurlarsa kalınları kim bilir nasıldır? Bu işe pek zehnim basmadı, ama harcırahını vereyim de Kırşehir'e git. Essahtan böyle bir aile var mı? Varsa imâl ettikleri çocukların yapımında kullandıkları malzemelerin cin ve miktarları ile âlet edevatın şekl-i şemâilini öğren. İmkân bulursan âlet edevatın maskını çıkar, hazırlayacağın rapora ekle” dedi. “Parası ile olduktan sonra cehenneme bile giderim” diye teklifi kabul ettim.
Yanıma pedagog İhsan Çakmak ve araştırmacı Hüsnü Güngör'ü alarak hemen yola çıktım. Kâtibindeğirmeni, Erevik, Özbağ, Kurtocağı, Çaydeğirmeni, Kızıleniş, Sıtmasuyu, Kuyubaşı, Eşşektepesi güzergâhını takip ederek Kırşehir'e geldik.
Heyetimizin 21 pâre fırtlangıç atışı ile karşılanacağını umarken Yalova Kaymakamı gibi hayal kırıklığına uğradık. Sülükçüoğlu Vedat ve Bağbaşı Mahallesi Muhtarı Kemal Mutlu kardeşlerimizin yakın ilgileri olmasa başka bir ülkeye geldik sanacaktık. Sağ olsunlar, tatlı dilleri ile bizleri bahtiyar ettiler, çalışmalarımızda da yardımcı oldular.
Yaptığımız ilk eşelemelerde Aklıyukalar'a sonradan yanaşanların da enişteler, tanınmış hukukçular oldukları, aileye yakın olmakla kıvandıkları meydana çıktı. Ana-baba Aklıyukalar'ın sağlıklarında röntgencilik icat edilmediğinden muameleyi nasıl tekemmül ettirdiklerini görene rastlamadık. Tetkikatımız ilerledikçe aile büyüklerinin kışın çöp hamamda, yaz aylarında da teneke leğende gusül abdesti aldıkları, gören olur da kopya çeker korkusu ile yıkanma eylemini sabahın köründe gerçekleştirdikleri ve işi hiçbir zaman aceleye getirmedikleri anlaşıldı.
Muzır yasasından korktuğumuz için âlet edevat üzerinde yaptığımız incelemeleri raporumuzda açıklayamadık.
Netice olarak gömme banyolarda gusül abdesti alanların sıpaları sun'î gübre ile yetiştirilmiş sebzeler gibi yavan, teneke leğen mahsulü çocukların memlekete daha faydalı oldukları görüşüne vardık.
Nefis yazısını zevkle okuduğunuz Davut Sırrı Davutoğlu'nu bir kere daha rahmet ve saygıyla anıyoruz. Onun gibileri olmasa ve bu yazıları yazmasalardı Kırşehirli olduğumuzu nasıl anlayacaktık?

KONUK KALEMLER
BU ÜLKEDE GAZETECİ OLMAK...
İnsanoğlu yaşamı boyunca karşılaşacağı iki şeye karşı önlem alamaz:
İhanet ve İftira...
Her ikisi de basit ve ucuz insanların işidir.
İhanet edenlerin sonu daima hüsrandır.
Bir daha güvenilemeyecek ve inanılamayacak kişidirler artık...
Toplumsal hastalığımız olan “Çamur at, izi kalsın” politikası her ne kadar iftirayı meşrulaştırmış olsa da iftira genellikle boomerang gibi sahibine geri döner ve onu vurur.
Hele bizim meslekte bunun çok örnekleri vardır.
Gazeteci toplumsal işlevi gereği her ne kimin çıkarlarına çomak sokmaya başlamışsa iftiraya uğrama olasılığı oldukça yüksektir ne yazık ki...
Olumsuz bir habere konu olan kişi der ki:
“Filan gazeteci benden şunu istedi de, vermedim de!”
Amaç “Çamur at, izi kalsın”dır.
Haberin etkisini azaltmaktır.
Bu ülkede yaşayanlar için olumsuzluklar ne kadar çoksa gazeteci için de o kadar çok haber, yani malzeme var demektir.
Rahmetli Çetin Emeç'in bir yazısı vardı Hürriyet'te 1980'lerde yayınlanan:
“Bu ülke öyle bir ülke ki olumsuzlukların içinden olumlu bir şeyler çıkarıp yazmanın zorluğunu yaşıyoruz. Biliniz ki Hürriyet'te okuduğunuz olumlu haberlerin sayısı olumsuzları geçtiği gün bu ülke düzlüğe çıkmış demektir.”
Emeç katledileli 26 yıl oldu.
Ama hâlâ daha gazetelerde olumsuz haberler ağırlıkta, hem de artarak...
Demek ki ülke daha da kötüye gitmiş...
Hal böyleyken bazı siyasî kimlikli kişiler veya bazı kurumların başında olanlar “Hiç iyi haberimi yapmıyorsunuz. Eleştiriye geldi mi eleştiriyorsunuz, ama olumlu bir iş yaptık mı hiç yer vermiyorsunuz” diye sitem ediyorlar.
Onlar bilmiyorlar mı ki gazetecinin ana işlevi “Eleştirmektir” zaten...
Eleştiri yoksa “İlginçlik” vardır.
Ya da “Tezatlık” olmalıdır haber olması için...
Yoksa sırf “Yağ” çekmek için gazete haberi yazılmaz, yazılmamalıdır.
Onun adı gazetecilik olmaz, “Yağcılık” olur o zaman...
Okulda haber kavramını öğretirken verilen güzel bir örnek vardır hani...
Köpek adamı ısırırsa haber değil, ama adam köpeği ısırırsa haberdir.
Haberin ilginç olması gerektiğini ortaya koyan güzel bir örnek...
Ya adamı ısıran köpek kuduzsa?
O zaman da haberin toplumsal yönü ortaya çıkıyor ortaya...
O kuduz köpeğin daha fazla kişiye zarar vermemesi için medyanın toplumu bilgilendirme işlevi giriyor devreye...
Toplum için hiçbir iş yapmayanlar koltuklarına kurulup oturdukları yerden ahkâm kesmeye bayılıyorlar.
Palyatif olaylarla sürekli gündemde kalmak istiyorlar.
Kısaca yağ çekilsin istiyorlar kendilerine...
Oysa toplumun zaman zaman nabzını tutan anketlerin ortaya koyduğu bir gerçek var ki “Yağ” haberleri sanıldığı gibi okuyucu üzerinde olumlu bir etki bırakmıyor.
Okuyucu gazete veya gazeteci için “Yalaka” sıfatını geçiriyor beyninden...
“Yağ çekilen” kişi içinse “Gene kaç para verdi de bu haberi yazdırdı” diye düşünüyor.
Yani iki taraf için de olumlu bir sonuç değil...
Türkiye'de iki tip gazeteci var.
İhale takip eden, polisle, devletle işi olanlar...
Bir de devletle, polisle, ihaleyle hiç işi gücü olmayanlar...
Genellikle “Yağ” haberlerini de birinci tip gazetecilerin gazetelerinde görürsünüz.
Oysa toplumun ve kamunun yararına yapılan her işin ve her haberin arkasında durmalıdır gazeteci...
Ama toplumu hiç ilgilendirmediği halde sırf “Haber konusu kişi mutlu olacak” diye haber yapmak gibi bir durumda gazeteci için toplumda yargı devreye giriyor:
“Yalaka!”
Bu ülkede gazeteci olmak zordur vesselâm...
“Gazeteciler ne kadar özgürdür?” diye soruyorlar bazen...
Benim cevabım hazır:
Ekonomik kaygılarımız kadar özgürüz!
Acı, ama gerçek bu...

MEHMET ALİ DİM/ Türkiye Gazeteciler Federasyonu Genel Başkan Vekili

***********

SİYASETÇİLERİN UNUTULMAZ GAFLARI
Siyaset dünyamızın en renkli yönlerinden biri de siyasetçilerin başından geçen ilginç olaylar ve gaflarıdır. Yıllar öncesine dönüp bunlardan birkaçını sizlere hatırlatmak istiyoruz.
Beş yıl kadar önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun yürüyen merdivene ters binmesini eleştirmiş, Kılıçdaroğlu'ndan da “Sen de dört kişinin tuttuğu attan düştün” cevabını almıştı.
Başbakan Erdoğan'ın rahatsızlanarak makam aracında mahsur kalması ve balyoz ile kurtarılmasının yanı sıra şortla askerî birlik teftiş eden Turgut Özal'ın “Benim memurum işini bilir”, “Bir koyup üç alacağız”, “Biraz da küçük Turgut'la oynasınlar” lâfları hâlâ hâfızalarda.
DENİZE GİRERKEN GÖĞÜSLERİNİ KAPATTI
Süleyman Demirel mayo ile denize girerken fotoğrafının çekildiğini görünce elleriyle göğüslerini kapatmış, yüzme bilmeyen eski İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu da otomobil lâstiği ile denize girmişti. Aksu “Ferro Krom Tesisleri” için de “Kırro Krom Tesisleri” demişti.
ÇAY TOKUŞTURAN BAKAN
Çernobil faciası sırasında ise dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral çay bardağı tokuşturup “Bizim çaylarda radyasyon yok” diyerek çay içmiş ve adı “Bekerel Cahit” kalmıştı. Özal döneminin Enerji Bakanı Cemal Büyükbaş ise memleketi Eskişehir’de petrol bulunduğunu açıklamıştı. Ancak bakanın petrol çıktığını söylediği yerin hemen yakınındaki benzin istasyonundan sızıntı olduğu belirlenmişti.
KADEHLERİ KARIŞTIRDI
Demokrat Parti'nin tek başına iktidarda olduğu yıllarda Adnan Menderes’in “Odunu bile koysam milletvekili olur” sözü epeyce tepki çeken gaflardan birisi olmuştu. Bülent Ecevit ise Çankaya Köşkü'ndeki bir yemekte kadehleri karıştırıp konuğunun kadehini almıştı. Ecevit Afganistan Başbakanı'na “Afgan Genel Müdürü” dedi. “Medenî Kanun” yerine “Medenî Hatun” diyerek herkesi güldürdü. Ecevit Eylûl ayının ortasında da 30 Ağustos'u kutladı.
“ALLAH'I SİZE EMANET EDİYORUM’’
Gaf denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan Tansu Çiller ise “Mübarek kurban şeker bayramınız kutlu olsun”, “Allah’ı size emanet ediyorum” gibi sözleriyle hatırlanıyor. Kırat yerine “Beyaz At” diyen Çiller Haydar Aliyev’e “Haydar Ali Bey” demiş, belediyedeki zabıta memurlarını da “Merhaba asker” diye selâmlamıştı.
“BİNAENALEYH EGE GÖL DEĞİLDİR”
Süleyman Demirel ise “Dün dündür, bugün bugündür”, “Yollar yürümekle aşınmaz”, “Ege bir Yunan gölü değildir. Ege bir Türk gölü de değildir. Binaenaleyh Ege bir göl değildir” sözleriyle hatırlanıyor. Deniz Baykal da Âşık Veysel’i anma gecesinde “Çorum’dan çıkıp geldi” diyerek Sivaslılar'ı hem üzdü, hem güldürdü.
KIZILCAHAMAM'DA KIZILDERELİ
Erdal İnönü “Seni sevmeyen ölsün” diyen vatandaşa “Aman ölme, bir oy gider” cevabını verirken SHP eski genel başkanı Aydın Güven Gürkan da Kızılcahamam mitinginde vatandaşlara “Sevgili Kızılderililer” deyince meydan kahkahaya boğulmuştu.
TBMM eski başkanı Hüsamettin Cindoruk ise kendisini gece 03.00’te telefonla arayan ve “Sayın Başkanım, inşallah uyumuyordunuz” diyen yakın bir arkadaşına “Yok, uyumuyorum, 3-5 nöbetçisiyim” cevabını vermişti.
ÇİÇEK SULAMIŞ!
AKP’li eski Turizm Bakanı Atillâ Koç ise “Uyuyan Bakan” olarak tarihe geçti. CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç’in çapkınlık yaparken yakalandığı iddiasına karşılık “Ben çiçek sulamaya gitmiştim” cevabı ise Türk siyasî hayatına kazındı.

------------------------------------------------

Yeğenim Uzm. Dr. Erkan Yastıman'ın oğlu Tuncer Yastıman'ın düğünü nedeniyle 13-31 Temmuz günlerini Adana'da geçireceğimden yazılarıma bir süre ara vereceğim.