Rahmetli “Ahi Baba” Mustafa Karagüllü Ahilik Haftası törenlerinde siyasetçilerin konuşmasını istemez ve onlara mikrofon vermezdi. Bir gün bunun nedenini kendisine “Sayın Başkan Ahilik Törenlerinde neden siyasilerin konuşmasını istemiyorsunuz?” dediğimde aldığım cevap “Evladım bu siyasetçilerin işi belli olmaz eğer onlara mikrofonu verirsem işin şovuna kaçarlar ve Ahilik etkinliklerine siyaset sokarlar, o nedenle siyasetçilerin konuşmasını istemiyorum” demiş, ben de “Yok Sayın Başkanım Ahilik sadece Kırşehir’in değil, Türkiye’nin değil, dünyanın bayramıdır kimse ahiliğe siyaset karıştırmaz” demiştim.
Ama yıllar geçti “Ahi Baba” rahmetli oldu üzerinden iki sene geçti ve bu kez 33’üncüsü kutlanan Ahilik etkinliklerinde mikrofonu eline alan AKP Kırşehir Milletvekili Mustafa Kendirli “Ahilik Bayramı”na siyaseti bulaştırarak “Ahi Baba”nın ne kadar haklı olduğunu gösterdi.
Evet, geçtiğimiz hafta korona salgını gölgesinde Kırşehir’de kutlanan Ahilik törenlerine siyaset karıştı. Ahilik Bayramı’na siyasetin gölgesi düştü ve hiç iyi olmadı. Burada başta Milletvekili Mustafa Kendirli olmak üzere diğer siyasilere sesleniyorum, Ahilik kimsenin siyaset yapacağı, şov yapacağı alan değildir, Ahilik Kırşehir’indir, Türkiye’nindir, tüm dünyanındır. O nedenle tüm dünyaya mâl olmuş Ahilik Bayramı’nda siyaset yapmaya hakkınız yok, yapacağınız siyaseti başka alanlarda yapın, söyleyeceklerinizi başka alanlarda söyleyin diyorum.
Aslında bizler Ahilik felsefesini bir türlü anlayamadık ve sahiplenmedik. Ahilik güzel ahlak, sabır, güvenirlik, doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk, adalet demektir. Acaba ahiliğin bu felsefesini yaşantımızda uygulayabiliyor muyuz?
Bence hayır.
Eğer Ahiliğin felsefesini yaşantımızda uygulayabilseydik, hırsızlık var mı, yok mu diye devlet kadrolarında bu kadar müfettiş görev yapar mıydı? Demirinden, çimentosundan çalmasaydık depremde binalar yıkılır mıydı? Bu kadar icra dosyaları olur muydu, adliye koridorları suç dosyalarıyla dolar taşar mıydı, karşılıksız çekler olur muydu, kadına şiddet, çocuk cinayetleri, tecavüzler olur muydu? TBMM insanlara şekil vermek adına kanun üzerine kanun çıkararak kanun fabrikasına döner miydi? Bunların cevabını aramalıyız.
Ahilik felsefesini içimize sindirseydik, yaşam felsefemiz yapsaydık bunların hiç biri olmazdı. TBMM’de kanun fabrikasına dönmezdi ama bizler ahiliği sadece kutlamalarla, konuşmalarla geçiştiriyor ve tekrar bildiğimiz yaşantımıza devam ediyoruz. Güzel ahlakı, doğruluğu, dürüstlüğü, güvenirliği, sabrı ilke edinmiş ahiliği toplum olarak uygulayabilseydik güvenilir, huzur dolu temiz bir yaşantı içerisinde olurduk.
Ahilik felsefesini içimize sindirseydik; bu kadar hırsızlıklar, ahlaksızlıklar, karşılıksız çekler, dolandırıcılık, adam öldürmeler olmazdı. Kumardan yuvalar yıkılmaz, aileler dağılmazdı.
Ahiliği yaşam tarzı yapsaydık; teraziden oyun oynayarak eksik mal veren esnafın yerine veya hemen yanı başındaki dükkân komşusunu amansız ve acımasız rekabet uğruna, para hırsı uğruna, “hep benim kasama, benim cebime” düşüncesiyle hareket ederek çökertme, batırma anlayışı yerine o gün biraz para kazandıktan sonra gelen müşterisine “Ben bugün rızkımı kazandım ama karşıda bulunan dükkân komşum siftah yapmadı gidin ondan alın” derdi.
Maalesef günümüz esnaflarında bunu görmek imkânsızlaştı. Esnaf deyince bir şeyi de vurgulamak gerekir. Acı ama gerçek şu ki artık günümüzde Ahilik ilkelerine uyan esnaf kalmadı, esnafların yerini satıcılar aldı. Esnaflık bir sanattı ama bu sanat sahibinin eserinden bir şey kalmadı.
Ahilik gerçek manada yaşansaydı; TBMM’deki milletvekillerinin dokunulmazlıkları olmazdı. Asıl olan millet hayatını zorlanarak sürdürürken oylarıyla seçtiği milletvekilleri saltanat sürmezdi, iki yıl milletvekilliği yapanlar emekli olmazdı, Ahiliğe siyaset karışmazdı. Ahiliğin olduğu yerde eşitlik, hak, hukuk, adalet, Allah korkusu olurdu.
Şimdi her şey dilde ve gösterişte kalıyor. Eğer Ahiliği uygulayabilseydik at izi, it izine, haram-helal birbirine karışmazdı.
Bir gerçek ki günümüzde ne Ahilik kaldı, ne Allah korkusu, ne günah kaldı, ne haram, ne de helal kaldı. Kılıfı hazırlayan minareyi çalıyor. Adına da “iş bitirici!” deniliyor.
Ahiliğin değerini anlayabilseydik; iş yerlerinde, fabrikalarda sudan sebeplerle, “gözünün üstünde kaşın var!” diyerek insanları işten çıkararak ailesi perişan edilmezdi.
Ahiliği anlayabilseydik; komşu komşusunun kapısı açar selam verir, selam alır iyi ve kötü günde komşusunun yanında olur, komşusu açken kendisi tok yatmazdı.
Ahiliği anlayabilseydik; dünyada en çok camisi olan ve her yıl binlerce caminin ibadete açıldığı ülkemizde bu kadar yolsuzluklar, adam öldürmeler, harama tamah etme, para, şahsi çıkar ve menfaat uğruna dolandırıcılıklar, sahtekârlıklar, tecavüzler ve yüzü insan yüzünden çıkarak camız derisine bürünmüş insanlar olmazdı.
Ahiliği anlasaydık; kaçak su, kaçak elektrik, kaçak yakıt kullanabilir miydik, abdest aldığımız suyun, ışığında namaz kıldığımız elektriğin parasını ödememezlik yapar mıydık?
Ahiliği anlasaydık; devletimize, vatanımıza, milletimize ihanet eder miydik, devlet malına zarar verir miydik, devletimizi dolandırır mıydık, vergi kaçırır mıydık?
Cevap hayır. Çünkü bizler ahiliği anlasaydık haram ile helal birbirine karıştırmaz, yaşantımız güzel ahlaklı, dürüst, temiz ve seviyeli olur, herkes kendi hakkına, kendi rızkına razı olurdu.
Ama toplum olarak bizler gerek yüce dinimiz İslam’ı, gerek Peygamber Efendimizi, gerekse Ahiliği kendimize göre yontarak işimize geldiği gibi anlıyoruz.
Ancak benim anladığım bir gerçek var ki bizim toplumumuzda milli ve manevi değerler, Allah korkusu, güzel ahlak, güvenirlik, doğruluk, dürüstlük, hak, hukuk, adalet, haram ve helal gibi hayatımıza yön veren değerler bitmiş yerini şahsi çıkar, menfaat, para, gösteriş, lüks yaşam, israf ve seks almıştır.
Tüm bu gayri ahlaki durumlardan kurtulmak için bizim ahiliği anlamamız gerekiyor. Aksi halde işimiz her geçen gün kötüye gidecek.