Adam olamamışlar, ama makam ve mevkii sahibi olmuşlar!
Adam olamamışlar, ama makam ve mevkii sahibi olmuşlar! Bilmem anlatmama gerek var mı bir adam olma hikâyesi var. Hikâyeyi bilmeyen var mıdır? Hani bir adam oğluna hep “sen adam olamazsın” dermiş , oğlu da “ileride göreceksin nasıl bir adam olduğu mu sana göstereceğim” dermiş babasına.
Adam olamamışlar, ama makam ve mevkii sahibi olmuşlar!
Bilmem anlatmama gerek var mı bir adam olma hikâyesi var.
Hikâyeyi bilmeyen var mıdır?
Hani bir adam oğluna hep “sen adam olamazsın” dermiş , oğlu da “ileride göreceksin nasıl bir adam olduğu mu sana göstereceğim” dermiş babasına.
Aradan yıllar geçer delikanlı okur ve bir ile vali olur ve vali olduğu gün yardımcısına emir verir babasının ismini vererek; “git falan köyde bir adam var, onu alın getirin!” der.
Emir demiri keser misali valinin yardımcısı valinin babasının yanına gider. Garip adam tarlada çalışıyor kan revan içinde.
“Seni Vali çağırıyor! Oraya götüreceğiz!” derler.
Adam kabul etmez, “Ya benim valiyle ne işim var?” diyerek ayağını direr ve gitmez.
Vali Yardımcısı, Vali’ye çıkar, “Efendim getiremedik, gelmedi” der.
Bunun üzerine Vali sinirlenir ve “gidin alın, getirin!” talimatı verir.
Bunun üzerine adamı apar topar alıp getirirler, Vali’nin karşısına çıkarırlar.
Babasını makamına getiren Vali babasına “Baba; bak bana adam olamazsın diyordun, bak ben Vali oldum” der.
“Oğlum ben sana vali olamazsın demedim ki, adam olamazsın dedim, adam olsaydın babanı ayağına getirmezdin” der, oğluna….
İşte adamlık ayrı şey, makam, mevkii sahibi olmak ayrı şey.
Sistem toplumu tam da "adam olamayan vali" haline getirmek için çalışıyor.
Bu durum toplumun adeta genetiğine işlemiş. Çocuklara genelde şu soru sorulur:
“Söyle bakalım büyüyünce ne olacaksın?”
“Doktor olacağım. Öğretmen olacağım. Mühendis olacağım. Futbolcu olacağım” gibi cevaplar genelde beğenilir. Çünkü o meslekler toplumda seçkin mesleklerdir, iyi para kazandıran mesleklerdir. Ayrıca o meslekleri kazanabilmek için çok çalışmak icap etmektedir. Demek ki bu çocuk zeki ve çalışkan bir çocuktur.
Kısacası çocuklardan istediğimiz "adam olmak" olmalı değil mi?
"İyi bir insan, olsun da mesleğinin ne olması o kadarda önemli değil” bilincinde olmamız gerekmiyor mu?
Eğitim sistemimiz iyi insan yetiştirmek üzere çalışmıyor maalesef. Böyle olunca da bencil, sevgi ve saygıdan yoksun, ukala bir topluma dönüşüyoruz.
Çocuklarımız doktor oluyor, öğretmen oluyor, futbolcu oluyor, siyasetçi oluyor, vali oluyor ama adam olamıyor.
Okullarda çocuklarımız daha iyi okullar kazansın, daha iyi meslekler edinsin diye bir öğretime tabi tutuluyor. Daha iyi insan olsun, daha iyi evlat olsun, daha iyi eş olsun, daha iyi vatandaş olsun, daha iyi kul olsun diye bir eğitime tabi tutulmuyor.
Yani "vali olsun da adam olup olmaması önemli değil" anlayışı ile bir eğitim veriliyor.
Örf, anane, geleneklerimiz ve dini değerlerimiz mi ,boş verin gitsin!
Paradan, mevki ve makamdan daha önemli olan saygı, yardımlaşma, erdem ve dürüstlük gibi "ahlaki değerler" yok olmakla karşı karşıya.
Artık toplumda dürüstlük, erdem, cömertlik gibi ahlaki değerlere sahip insanlar "anormal tipler" gibi algılanmaya başlandı.
En çok ihtiyacımız olan, öz kültürümüze, öz değerlerimize dönmektir.
Çağdaş dünyanın bize dayattığı tüketim kültürü, bizi mutlu etmiyor edemez de zaten, bizi mutlu edecek şey insanı insan olduğu için sevmektir.
Yukarıdaki hikâyeyi neden yazdım şimdi ona gelmek istiyorum.
Ülkeyi idare edenler, Kırşehirimizi idare edenlere bakınca bu hikâye aklıma geldi.
Adam olmak insan olduğunu unutmamak ve karşındakinin de bir insan olduğunu aklından çıkarmamak gerekir.
Karşındakinin yerine kendini koyabiliyorsan adam oluyor ve kendine yakıştırmadığın sözleri başkasına da söylemiyorsan bir anlamın var, yoksa beğenmediğinden farkın kalmıyor hayatta.
Bırakalım ülkemizi yönetenlerin makam hırsı için ülke insanına verdiği zararları da Kırşehirimize bakalım.
Kırşehir’de birileri hasbelkader bir kurumun başına getiriliyor, kendisini dev aynasında görüyor, çevresindeki insanları kırıp döküyor.
Kendi ekibini kurmak için insanları oradan oraya sürüyor, yandaşlarına, kendi adamlarına (adam olmasa da önemli değil) makam ve mevkii veriyor, müdür, amir, şef yapıyor!
Sanki o makamlar insanlara baki imiş gibi…
Bu durum Kırşehir’de çok… Say say bitmez…
Kırşehir Belediyesi’nde, Hastane’de, Üniversite’de, tüm resmi kurumlarda… Kısaca siyasetin girmediği yer kalmadı. Böyle olunca da kurumlar siyasallaştı, gelen insanlar oraları babalarının çiftliği gibi kullanmaya başladı, hala da bu kısır döndü sürüp gidiyor.
Biter mi bu durum? Bitmez!
Bu saltanat sürür mi? Sürer!
Çünkü o makamlara adam gibi adamları değil de “sırf benim adamım olsun da, çamurdan olsun!” mantığıyla hareket eden adam olmayanlar olduğu sürece artarak devam eder.
Kadrolaşma, kadrolaşma, benim adamım, benim adamım…
İşte görüyoruz bazı kurumlar personel almak için bir takım çalışmalar yapıyor.
Son yıllarda devlet küçülmek adına memur, işçi alımını güya kendince özelleştirdi. Güvenlik, temizlik, yemek vs. işleri özel şirketler eliyle yürütülüyor.
Özel şirketler eliyle yürütülüyor diyorum ama hiç de özel şirket eliyle olmuyor bu işler. Kâğıt üstünde bir takım yandaşlara veriliyor bu iş. Özel şirketin burada söz hakkı yok. Çalıştırdıklarını bile kendisinin tercih etme hakkı yok!
Burada çalışacak elemanları bile milletvekilleri, il başkanı ve belediye başkanları belirliyor ise geldiğimiz noktanın ne kadar vahim olduğu ortaya çıkacaktır.
Burada kâğıt üzerinde gözüken, çalışmadan şirketten para alanları yazmaya hiç gerek yok sanırım.
Dedim ya siyasallaştı kurumlar!
Bazı kurumlar personel alımı için ilana çıkıyor, alacağı ve daha önce belirlenen kişinin sadece adı ve soyadı geçmiyorsa yapacak ne var ki!...
Geçen hafta “Ahi Evran Üniversitesi’nde kişiye özel kadro mu açılıyor?” şeklindeki haberimizin ardından büyük tepkiler geldi. Telefonlar, e-mailler gönderildi. Alınacak kişinin adını bizimle paylaşan okurlarımıza teşekkür ediyoruz. Herkesten olumlu-olumsuz tepkiler aldık. Ama nedense bu işin asıl muhatabı olan Ahi Evran Üniversitesi Rektörlüğü’nden hiçbir yanıt gelmedi!
Suskunluk, sus-pusluk içindeler!
Kırşehir gibi küçük bir ilde bu kadar ayak oyunları, bu kadar dedikodular oluyorsa, büyük illerdeki dönen dolaplarını, ayak oyunlarını tahmin etmek bile mümkün değil.
Evet, özetle Kırşehir’i yönetenler keyifli ve mutlu ise, bulundukları makamları babalarının çiftliği gibi kullanıyorsa, “ben ne yapıyorsam doğru!” diyorsa vay halimize vay!
Ne yapalım adam olmayan, makam ve mevkii sahiplerinin at oynattığı bir ilin adıdır Kırşehir!...
Acı ki, hem de çok acı!
Biraz da gülelim!
Dert olan rüya
Adamın biri psikologa dert yanıyormuş:
– Aa beyefendi, her gece rüyamda neler çektiğimi, ne ecel terleri döktüğüm bir bilseniz...
Psikolog sormuş:
– Hayırdır inşallah! Ne gibi şeyler görüyorsunuz rüyanızda?
Ağlamaklı bir sesle cevap vermiş:
– Neler neler... Bir eğlencedir, bir şamatadır gırla gidiyor. İçkiler, enfes yiyecekler, çalgı, çenşi... Her şey... Vur patlasın çal oynasın...
Psikolog gülmüş:
– İyi ama beyefendi, daha ne istiyorsunuz işte. Keşke ben de her gece böyle eğlenceli rüyalar görsem daha ne isterim ki...
Adam derin bir of çektikten sonra:
– Kazın ayağı hiç de sandığınız gibi değil... Her şey iyi güzel de sonunda bütün hesabı hep ben ödüyorum...
Sevdiğim bir söz
“Bir sefer daha ayağa kalmaktan ziyade kendini öldürmek çok daha az cesaret gerektirir. Olduğun yerde kalmak, bulunduğun durumdan çıkmaktan daha zordur.”
Judith Rossner