ŞAİR Orhan Veli 'ye sormuşlar: “Münevver kime denir?” O da “Münevver bizim mahallede bir kızdı, çoktan gelin oldu!” karşılığını vermiş.
Şâire “adalet”i sorsalardı her halde aynı yanıtı verirdi:
“Adalet bizim mahallede bir kızdı, çoktan gelin oldu!”
“Münevver”i bilmem de “adalet”in gelin olması çok acıdır! Gerçi Münevver'i çok olan ülkelerin adaleti kolay kolay gelin olmaz ama, adalet bütün insanlık içindir. İnsanla özdeştir. Adalet az çok herkese lâzım olur. Adalet, hava gibidir, su gibidir, vitamin
gibidir. Adalet, hepimizi kuşatır. Ölümsüzdür, sonsuzdur.
Adalet'i gerçekleştiren de aynı kafalardır. Aydın, hukukçulardır. Düşünürlerdir. Tarikatın, siyasetin güdümünde yuvarlanmayan hukukçulardır. Siyaset gözlüğü
ile adalet arayan yargıçlar, adaletsizliğin kuyusuna düşerler. Adalet adamı, siyaset ile arasına yüz kilometre mesafe koymalıdır. Siyaset ve tarikatlarından asla ve asla
adil sonuçlar beklenmez. Onlar, hayatlarını tarikat bataklığında yoğurdukları için içleri, dışları, vicdanları, bakışları tamamı ile güdümlenmiştir. Dini tarikatlarda,
siyasi tarikatlar da böyledir. Cenab-ı Allah adalet dokusunu tarikat-siyaset bataklığına saplanmış adamlardan korusun!
Eski başbakanlardan Bülent Ecevit'in yargı başlıklı şiirine bir bakalım:
“Öldürenle katiliz, çalanla hırsız.
Tümümüz sanığız tümümüz savcı
Tümümüz suçlu, tümümüz yargıç
Kimi aklar kimiz suçlarız
Kimi bağışlar, kimi asarız
Kendimizi başkasında
Her gün bıçak saplı
Birinin arkasında
Vurulan da biziz, vuran da!”
Şâire göre adalet duygusu toplumsaldır. Suçluyu yaratan biziz. Suçun niteliği ne olursa olsun suçluyla aramızda kıl payı vardır.
Şâir Fazıl Hüsnü Dağlarca da bu noktaya parmak basmıştı:
“Suç yoktur, insanlığın çirkin yasaları olmasa!”
Lokman Hekim e sormuşlar: “Hangi bina hiçbir zaman harap olmaz?”
“Adalet” cevabını almışlar.
Chateaubriand'ın sözü bundan aşağı mı? “Adalet, ulusların sürekli yiyeceğidir!” Pascal'a göre, “Adalet'in gerçekleşmesi için temel bir güce ihtiyaç vardır. Kuvvete dayanmayan adalet acizdir. Adalete dayanmayan kuvvet de zalimdir.”
Özellikle İslâm ülkelerinde kuvvete dayanmayan adalet'in aciz, adalete dayanmayan kuvvetlerin de zalim olduğunu sıkça görüyoruz. Tüylerimiz ürperiyor, ama elimizden bir şey gelmiyor. Siyasi odakların güdümündeki yargı ortamlarından adil sonuçlar çıkmıyor!..
Siyaset adamını tatmin eden notlar çıkıyor. Belli ki, işe bir “not” ile başlamışlar! Aristo ne demiş?
Ey adalet, ne akşam yıldızı, ne sabah yıldızı senin kadar hürmete lâyık değildir!” (*)
Adaleti biraz da yüksek yargıç, Ahmet Taşkın'ın şiirinde arayalım:

“Haksızlık karşısında sessiz kalma, çığlık ol.
Zalimin ellerini öpen değil, büken ol.
Adalet, yürekten sonsuzluğa uzanan,
Tüm insanlar yürüse' de yalan yanlış yollardan
Sen hak yolda çukur değil, duvar değil, düzlük ol!
İnsanlığın, erdemin temelidir adalet.
Karanlıklar içinde bir güneştir adalet
Haksızlık ateşini sular gibi söndüren
Zulme giden yolları adalete döndüren
Hak isteyen rehberi ol, eri ol.
Makam, şöhret ve servet geçici dünya malı.
Hepsi birer zehirdir varsa mazlumun ahı,
Adil olunuz diyor insanlığın fermanı
Ey onur dolu insan, her sözüm tek sanadır.
Tertemiz bir vicdana ve insanadır.
Bin defa aldatılsan da bir defacık aldatma
İnsanlık adalettir. Ölsen de onu satma
Adaleti arama hakimin kaleminde
Duygusu yürektedir, ana yurdu vicdandır.
Adil ol hakkı söyle/İşte hayat bundadır.’’(**)

Tarihte bir San-Susi olayı vardır. Adalet kavramı üzerine yazarken onu anımsamakta yarar var:
Büyük Frederik (1712-1786) Prusya kralıdır. Şöhretinin doruklarındadır. Kendi için saray yaptırmayı plânlar. Görkemli vadide San-Susi adında birinin değirmeni vardır. Ancak değirmen saraya yakışmazdı. Köhneydi. Kral, saray müdürünü değirmenciye gönderir.
-Senin değirmen, bize lâzım, ne istersen verelim, onu bize sat.
Değirmenci cevap verir:
“Ben değirmenimden ayrılmam ve onu
satamam.” Cevabını saray müdürü, hükümdara bildirir. Hükümdar değirmenciyi çağırtır:
“Değirmeni satmayacağını saray müdürüne söylemişsin. Halbuki değirmeni, biz muhakkak
alacağız. Bu kadar ihtişamlı bir sarayın yanında değirmene lüzum yok!”
Değirmenci “Bakınız hükümdarım, ben değirmenimi hiçbir zaman satamam. Büyük babam, bu değirmende öldü. Oğlum burada dünyaya geldi. Sizin için potsdam ne ise, bu değirmen de benim gözümde öyledir” cevabını verir. Hükümdar, hiddetlenir ve “Ben istersem, senin değirmenini on para vermeden senin elinden alırım. Sen beni tanıyor musun? Ben hükümdarım!” der.
Değirmenci, hiç telâşa düşmedi, sinirlenmedi ve sükûnetle;
-Siz mi? Siz mi benim elimden değirmenimi alacaksınız? Evet, belki almaya teşebbüs
edersiniz. Fakat unutmayın ki, adalet tatbik edecek Berlin'de mahkemeler var! Bu safiyane ve fakat filozofça sözler, hükümdarın çok hoşuna gider. Krallığı zamanında adalet hissini yaratabileceğine inandı. Memnun oldu.
Hükümdar; “Efendiler, elimizdeki plânı değiştirelim. Değirmen yıkılmayacak. Muhteşem sarayın yanında bir şeref vesilesi olarak kalacak” der ve değirmenciye dönerek “Komşum bundan böyle sarayın asli komşusu sensin. Bu saraya da senin adını veriyorum; San-Susi!” (**)

Hükümdarın adaleti tarihe ışık tutuyor, cumhuriyetçiler, demokrat geçinenler, bu anektodu anlatır dururlar; Berlin'de hakimler var! Ama bunu tatbik etmeye yanaşmıyorlar!
Tarikat adamı, at gözlüğünü takmıştır. Onun adaleti, tarikatının, liderinin kalıplarına sadık kalmaktır. İki cihan bir araya gelse tarikatın dışına çıkmaz, çıkamaz. Onun adaleti güdümlenmiştir.
Umarım ki, “İstanbul'da, Ankara'da, İzmir'de... Adalet var, hakimler var” ilkemiz değişmeyecektir…!

---------------------
(*)Gülvahaboğlu Adil,Düşünceler Cumhuriyeti,1998,Ankara,S.4-8-10
(**)Taşkın,Ahmet,Hukuk sanat kültür,Mart,2013 S.38
(***)Tuncer,Ragıp-Arıkan, Selahattin, Türk ve Dünya büyükleri,1953,Seri 8,5.22-23
(X) Yazarın Edebiyat Penceresi adlı eserinden