Abidin Ertem mensup olduğu abdalları, sanatlarını ve yaşamlarını anlatıyor: (2)

“Alamancı kayında sonradan

görmüşlüğün şişkinliği vardı!”

Bizim memleketimizin usulüdür. Düğünlerde kız evinden oğlan evine kayın gidilir. Kayına çok büyük değer verilir.

Törelerimizi bilenlere bir sözümüz yok. Onlarla ben de beraberim.

Kayının görevi, oğlan ve kız evlerinin tatlı olmasını sağlamak, o tatlı düğün gününde tarafları birbirine kaynaştırmaktır. Kayın, oğlan evinde birkaç saat ağırlandıktan sonra tatlılıkla ayrılır. Biz her zaman bunun bilincindeyizdir.

Yine bir düğündeyiz. Kayınlardan biri Avrupa’dan gelmiş. Sonradan görmüşlüğün verdiği bir şişkinlik var. Böyle dememi yadırgamadı, hakikaten büyük bir şişkinlikti. Benim de gençlik dönemine rastlamıştı. Keman üstadımız Resul Başaran’dı. Veli de bağlama çalıyordu.

Bir ara bizi de oyuna kaldırdılar. Yöremizin oyunlarını içimizden geldiği gibi tatlı tatlı sergilerken, Resul’e bahşiş verdi Alamancı kardeşimiz... Az sonra da beni çağırdı. Yanına vardım. Kendisini eskiden tanırdım, merhaba ettiğim kardeşlerimizden biriydi. Fakat o birden lacivert pantolonumu çekiştirerek cebime tekel birasını lakır lakır boşaltıvermez mi? Ben aldırmıyor gibi görünsem de olan olmuştu bir kere.

Alamancı kardeşimiz toplumun ortasında düğün halkının içinde ve de bacılarımın gözleri önünde beni küçük düşürmeye çalıştı. Kibarlığımızı kötüye kullandı. Ama ben onun kabalığına katılmadım. Çünkü bizler onlara hizmet ediyor, sevinçlerine sevinç katıyorduk karınca kararınca...

Meslekleri ne olursa olsun insanlar toplumdan soyutlanamaz, soyutlanmamalı...  Benim bildiğim insanlar gönüllerde yer aldıkça, taht kurdukça insan olabilirler. İnsanları ezmekle, insanları horlamakla, onları toplumda köreltmek, dışlamaya çalışmak için sözle olsun, hareketle olsun elinden geleni yapmakla insan ancak kendisini kötüler.

                Maalesef yaşamış olduğumuz bu iki anı hayatımın en acı anılarıdır.

“Aptalsız, çalgısız düğün olmuyor mu?”

diyenlerin şimdi torunları ninesinin

ayağını yürütecek kadar saz çalar olmuşlar!

Bir düğüne çağrılıydık...

Pırlanta gibi gençlerdik bütün arkadaşlar...

Selâm verip oturduk, düğünlerinin hayırlı uğurlu olmasını diledik.  İçeriden saygıdeğer bir amca çıktı. Bu muhterem, damadın babası oluyormuş. Bize aynen şu sözleri arz eyledi:

“Bu aptalları buraya kim getirdi? Bunlarsız düğün dernek olmuyor mu? Davul-zurna neymiş!”

Bizi yıpratıcı, hakir görücü, neslimizle bağdaşmayan bir kelime kullanmış, “aptal” diye hitap etmişti muhterem...

Bizler aptal değiliz. Bu mesleği nesiller boyu şerefle taşımış, en bilinçli sayfalara kadar yaymış “mağripten maşrıka” ün salmış bir neslin çocuklarıyız. Bu sözden incindik.

Fakat zaman oldu, ben bunu bir televizyon röportajında Kırşehirimize gelen namlı folklorcü Mehmet Özbek Bey’e anlattım.

Yine zaman oldu, bizi inciten bu kardeşimizin -ki saygısızlık etmeyelim diye kendisine kardeşimiz diyorum-, bir sözüne tanık oldum. “Benim torun artık ninesinin ayağını yürütecek kadar saz çalıyor.” deyiverdi.

Buna çok sevindim. Ama benim o üzüntüm, o yıprantım, o ezikliğim içimden çıkmamıştı. Bir gülümsemeyle karşılık vermiştim.

Zamanında onun bize arz eylemiş olduğu “aptal” sözünü kendisine hatırlattım. Ama ben tatlı ifade eyledim onun acı ifadesine karşı...

Bu olay, tüm yaşantım boyunca kötü anılardan biri olarak, yüreğimden hiç çıkmadı. (2)

---------------------------------------

2)Abidin Ertek, bu horlamayla ilgili anısını yıllar sonra, yeniden bir röportaja gittiğimde detaylı olarak anlatmış, ben de “Abdal Olmak Zor Zanaat” başlıklı bir söyleşiyi “Kırşehir’in Günışığı” adlı dergide yayınlamıştım. Şöyle diyordu Abidin Usta bu söyleşide:

 “Rızkımızı temin etmek, vazifemizi yapmak üzere bir gün bir düğüne gittik. Evin avlusuna girer girmez, bizi götüren arkadaşın babası (hacı bir adam), bizim şafağımıza (karşımıza) dikildi. Oğluna; ‘Ben senden Abdalları mı istedim? Ben bir şeyler okutup düğün yapacaktım.’ diye azarlayınca oğlu; ‘Baba niye böyle konuşuyorsun. Bunlar benim arkadaşım.’ deyince, babası da fazla üstelemedi. Bizi avlunun bir köşesine aldılar. Görevimizi yaptık, düğün bitince de oradan ayrıldık.

Aradan 8-10 yıl geçti. Aynı eve bir şerbet merasimi için gittik. Yıllar önce bizi kovmak isteyen Hacı Amca, yine oradaydı. Bu defa ‘Buyurun ustalar, hoş geldiniz.’ diye karşılayıp hal-hatır sordu. O gün de çalıp söyledik. Ertesi gün sabah Hacı Amca’yla beraber sabah kahvaltısına oturduk. Hacı Ağa kahvaltıda; ‘Size bir şey söyleyeceğim ustalar.’ dedi. Hepimiz merakla baktık; ‘Bundan 8-10 sene önce bizim oğlanın düğününü çaldıydınız. O oğlumdan bir torunum oldu. Çocuk sizlerin çalmış olduğu sazı öğrendi. İnanın şimdi o çaldıkça, ninesinin ayakları gidiyor, oynamaya başlıyor.’ dedi.

Tabi Hacı Ağa’ya bir şey diyemedik ama içimden; ‘Yarabbim! Biz eskiden çaldığımız enstrümanları saklayarak sokaklardan geçerdik. Elimizde sazı görenler, Abdal gidiyor diye küçümseyerek bakardı. Şimdi Allah’a şükür olsun ki, Kırşehir’de evlerin duvarının yüzde sekseninde saz, keman asılı. Gençlerimizin, çocuklarımızın hepsi heves edip enstrüman öğreniyor. Bizim sokaklardan geçerken sakladığımız sazları, şimdi oğullarımız, kızlarımız bir askerin omzunda silah taşıdığı gibi gururla taşıyor. Biz de bundan büyük zevk alıyoruz. Keşke bu günleri, büyüklerimiz de görseydi. Şehrimizde bir çok dernekte, müzik okulunda, gençlerimizin saz, keman öğrenmesi, halk oyunları öğrenmesi, bizi ziyadesiyle mutlu ediyor.’ dedim.” (Kırşehir’in Günışığı Dergisi, “Abdal Olmak Zor Zanaat”, Adnan Yılmaz, Ocak, 2005, Sayı:7, s.36.)

Kırşehir’de “Direnen Filistin

Fotoğraf Sergisi”ne davet

Kırşehir Gazeteciler Cemiyeti tarafından ‘Direnen Filistin’ adlı fotoğraf sergisi düzenleniyor.

Kırşehir Gazeteciler Cemiyeti tarafından İsrail’in Filistin Halkı’na yaptığı zulmü anlatan fotoğraf sergisi açılacak. Sergi 23 bugün saat 10.30’da Cacabey Meydanı’nda açılacak.

Medya İşçileri Sendikası’nın Türkiye genelinde yaptığı faaliyetler kapsamında Kırşehir’de sergi açılacağını bildiren Kırşehir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Mehmet Emin Turpçu, “İsrail zulmüne; direncini, umudunu yitirmeden karşı koymaya devam eden ve Filistin Halkı’nın yaşadığı süreci dünyaya duyurmaya çalışan basın mensubu arkadaşlarımıza ithafen, Anadolu Ajansı’nın zengin fotoğraf arşivinden faydalanarak hazırladığımız İsrail zulmünü anlatan ‘Direnen Filistin’ isimli fotoğraf sergimiz Cacabey Meydanı’nda 23 Haziran Çarşamba günü saat 10.30’da Kırşehir Protokolü’nün katımlarıyla açılacaktır. Kırşehir Gazeteciler Cemiyeti olarak tüm Kırşehir Halkımızı sergimizi ziyarete bekliyoruz” dedi. (HABER MERKEZİ)